Son günlerde içimden sürekli tekrarladığım iki cümle var. Kendimi telkin etmede işe yaramasını umduğum: "Bir umuttur yaşatan doktora öğrencisini." "Bir tek dileğim var: Mutlu olayım yeter."
Hayatın hızlı akışında sürüklenirken, saatlerin, günlerin, ayların, yılların korkutucu bir telaşla sizi pas geçmesi sırasında umut ve mutluluk kavramları insana olduklarından daha soyutmuş gibi geliyor. Sanki bir varmış bir yokmuş gibi. Sürekli mutluluk imkansızmış gibi, umutlarına hayallerine sımsıkı sarılmak kendini kandırmakmış gibi...
Ne zamandır umut (Hope) ve pozitif psikoloji hakkında bir kaç satır karalamak istiyorum buraya. Nedense hep bir şeyler beni alı koydu. Oysa ki bu konuda yazarsam, içimdeki ağırlık bir nebze hafifler diye hissediyor(du)m. Kendi kendimi sabote edermişcesine sürekli bir erteleme durumu...
Bu aralar yine hayal kırıklıklarımın arttığı, beklenmedik kararlar alma durumlarıyla karşılaştığım, sistemimin sürekli hata verdiği, nasılsın sorusuna bir iyiyim bir kötüyüm dediğim bir dönemdeyim. Sabahları erkenden uyanıp, uykulu uykulu yola koyulabiliyorsam her gün içimde kalan umut kırıntılarına sımsıkı yapışmamdan dolayıdır. Sanırım ben mutsuzken daha umutlu oluyorum. Çünkü mutluyken umutlarımın çok da farkında değilim.
Mart ayında gittiğim Psikoloji ve Eğitim kongresinin en tartışmalı konuşmalarından birini İsrail Tel-Aviv Üniversitesini temsilen katılan Prof. Malka Margalit yaptı.
Daha çok yeni çıkan kitabının bir tanıtımı gibi olan "Pozitif Psikoloji Perpektifinden Çocuklarda Esneklik (resilience), Yalnızlık (loneliness) ve Umut (hope) başlıklı konuşmasının en çok tartışılan noktası İsrail gibi sürekli çatışmalarla dolu bir ülkede özellikle Filistinli öğrencilere umut aşılamak için ne gibi müdahaleler yapılabileceği hakkında hiç bir somut öneri getirmemesiydi. Ben de konuşmasında inanç konusuna değinmemesini yadırgadım. Umut ve inancın birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu düşündüğüm için sanki sunumda önemli bir ayrıntı atlanmış gibi geldi.
Pozitif psikoloji konusuna çok temkinli bir noktadan bakabiliyorum ancak. Bir yandan özellikle klinik psikolojinin hep bir eksiklik, hastalık, bozukluk arayan bakış açısını eleştirdiği için hoşuma giderken, diğer bir yandan da acaba fazlaca polyannacı bir eğilim mi diye içimde şüpheler uyandırıyor.
Prof. Margalit konuşmasında pozitif psikolojiyle ilgili olarak mutluluğu yakalamak için "istisnai" insanların "özel" durumlarına değil gündelik yaşamın "büyüsü"ne bakmamız gerektiğini söyledi. Bazen hayatımızı değiştirmek için işaretler ararız, ancak aslında bu işaretler günlük hayatımızın her anında yanımızda olan küçücük şeyler olabilir. Bu yazının asıl konusunun umut olmasından dolayı pozitif psikoloji konusunu şimdilik burada bırakırken konu hakkında biraz daha fikir sahibi bilen, ingilizce anlayan okuyucularımın şu linke bir göz atmasını ve linkteki videoyu izlemesini tavsiye ediyorum.
Pro. Margalit sunumuna şu soruyla başladı: Çocuklara nasıl umut aşılarız ve onların notları bu aşılanan umutla nasıl yükselir?
Sunumun kilit kavramları umut, yalnızlık, tutarlılık duygusu idi. Günümüzün teknolojik imkanları sayesinde insanlar sosyal ve sanal ağlarla birbirlerine daha bağlı görünseler de çocuklar kendilerini yalnız hissettiklerini dile getirebilirler. Özellikle ergenlik döneminde akran grupları hem risk (anti-sosyal davranış) hem de koruyucu (sosyal destek, aidiyet duygusu, kimlik) özellikleri taşıyabilirler. Bu kuram, "hiç kimse tamamen yalnız değildir" varsayımının geçerli olduğunu kabul eder. İki uçlu bir boylamdan bakınca bir uçta yalnızlık diğer uçta bağlılık (connectedness) yer alır. Bu bakış açısından Yalnızlık kavramı şöyle tanımlanır: İzole olma durumu DEĞİLDİR, Hayal Kırıklığı yaşamışlık, Tatmin Olmama durumudur. Varoluşsal Yalnızlık ve Temsili Yalnızlık olarak iki farklı yalnızlıktan bahsedilebilir.
Yalnızlık, diğerlerinin sizin nasıl hissettiğiniz hakkında ne düşündükleri DEĞİL, sizin kendinizi nasıl hissettiğinizle ilgilidir. Yani yalnızlık, bir bireyin kendi duygusu üzerine yaptığı kişisel ve öznel bir değerlendirmenin sonucudur. Temel psikolojik ihtiyaçlardan ilişkili olma ve yakınlık kurma ile ilgili tatminsizlikler yaşar yalnız olan insan.
Fiziksel yalnızlıkla (solitude) duygusal yalnızlık (loneliness) arasında da bir ayırım yapmak gerekir bu noktada. Fiziksel yalnızlık pozitif bir durumdur. Anne babaların yaptığı yanlışlardan biri de çocuklarını fiziksel yalnızlığa alıştırmamalarıdır. Çocuklar televizyon ve bilgisayar karşısında büyüyürlar ve artık kendileriyle yalnız kalıp kendilerini tanımak için vakit bulamıyorlar.
Umut kuramına göre yaşanılan zorluklardan kurtulmak için her zaman bir çıkış yolu vardır. Kötü şeyler çok hızlı gerçekleşir ancak umut çok zor kaybedilir. Umut, hayat hakkında nasıl düşündüğümü etkiler. Yapılan çalışmalarda öz algıların, akademik başarının, duyguların, sağlığın, spor yapmanın ve yaratıcılığın umut ile doğru orantılı bir şekilde arttığı bulunmuş. Sadece stres ile umut arasındaki ilişkinin biraz daha farklı olduğu, stresin umut arttıkça da azaldıkça da artıp azalabildiği gözlemlenmiş. Akademik başarının yükselmesinin ise yalnızlık duygusu azalmasına, tutarlılık duygusu ve umudun artmasına bağlı olduğu söylenmektedir.
Sonuç olarak yalnızlık ve umut aile içinde başlar. Umutlu ve kendisini yalnız hissetmeyen çocuklar, ailelerine yakın ve bağlı olan ancak özgürlük/bağımsızlıklarının, uzaklıklarının, kişisel sınırlarını aileleriyle uzlaşarak özerkliklerini elde edebilen bireylerdir.
Mutluluk başka insanlarla paylaşılan anlardadır diye anlatıyor aşağıdaki videoda... Ancak şu noktayı da unutmamak gerek. Kendi kendisiyle, tek başınalığıyla, fiziksel yalnızlızlığıyla mutlu olamayan bireyler, başka insanlarla paylaştıkları anlarda yakaladığı mutluluğun kölesi olurlar yani bir nevi başkalarına bağımlı insanlar olarak yaşarlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder