30 Nisan 2012 Pazartesi

Kreş ve Anaokulu Gezisinden İzlenimler

İstanbul'da sabahın köründe yollara düşüp Eğitimde İyi Örnekler konferansına katılma maceramı bir önceki yazımda anlatmıştım. Bu yazımda da başka bir idealistlik örneği olabilecek bir çalışma gezimden bahsedeceğim. 

Geçtiğimiz haftalarda facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım platformlarının gücünü bir kez daha anladım. Maceram Katalunya'daki tüm öğretmenleri çatısı altında toplayıp onların mesleki yeterliliklerine katkı sağlamayı hedeflemiş öğretmenler derneği olan Rosa Sensat'ın bu platformda yayınladığı "3 okula çalışma ziyareti düzenliyoruz, katılım sayısı sınırlaması yok, katılım ücretsiz. Sadece cumartesi günü saat 10:00'da Valls'de ana meydanda toplanıyoruz" duyurusunun altına Valls'e toplu taşıma aracıyla Barselona'dan nasıl ulaşırım diye sormamın üzerine buluşmaya bir gün kala bir kişinin "şu kişiyi arayıp sor, arabada yer varsa bizimle gelirsin" demesiyle başladı.  

Daha önce ismini duymadığım, küçük bir kasaba olduğunu tahmin ettiğim Valls, meğer Tarragona'ya bağlı, Barselona'ya yaklaşık 100 km uzaklıkta 25000 nüfuslu küçük bir şehirmiş. Telefonda Katalanca konuştuğum kişinin kim olduğundan habersiz cumartesi sabah 08:30'da evime yarım saat uzaklıkta bir buluşma noktası kararlaştırıp ziyaret gününü beklemeye başladım.

Bir cumartesi sabahı 07:45'te önce otobüs daha sonra metro kullanarak buluşma yerine ulaşmak için evden çıktım. Buluşma noktasında benden başka bir kişi daha bekliyordu. Beni arabasında götürmeyi kabul eden kişi buluşma noktasına ulaşınca tanıştık: Arabanın sahibi, beni de götürmeye kabul eden kişi meğer Rosa Sensat derneğinin müdürüymüş, diğer öğretmenlerin "mestressa" yani öğretmenlerin öğretmenleri olarak tanımladıkları biri, arabadaki diğer yolcu ise İsviçre'nin Freibourg şehrinde yaşayan, dans öğretmenliği yapan başka bir Katalan bayandı. Çok kültürlülük diye ben buna derim dedim içimden, güne güzel başladık...

Şehir içinde kaybolmamızdan ötürü, istemeden de olsa assolitler vari, buluşma noktasına ulaşan son kişilerdik. Uzaktan buluşma noktasını görünce hepimiz çok şaşırdık: çok kısa bir süre içinde duyurusu yayınlanmış, hiç bir sertifika, katılım belgesi vb. bir şey vaadetmeyen bu geziye yaklaşık 130 civarında öğretmen katılmak için toplanmıştı. Hem de İspanya gibi bir memlekette cumartesi sabahın köründe...

Vakit kaybetmeden katılımcılar 3 gruba ayrıldılar. Ziyaret edilecek 2 kreş (kreş terimini aslında sevmiyorum, çünkü ziyaret ettiğimiz yerler gündüz bakım evi değil, 0-3 yaş çocuklarına eğitim veren kurumlardı), 1 anaokulunu 45er dakikalık sürelerle tek tek gezmek için yola çıktı, her grup ziyaret turuna başlama noktaları olan okulun sorumlusu liderliğinde.

Ben dernek başkanını takip ederek onun gittiği yerden başlamayı uygun gördüm. Grubumuzda o bölgenin il eğitim müdürlüğünde sorumlu bir bayan da bize eşlik etti. İlk durağımız belediyeye bağlı olarak hizmet veren Els Tabalets 0-3 yaş okuluydu. Ziyaret başlangıcında okulun sorumlusu tüm gruba okulun işleyişi ve uygulanan eğitim programı hakkında bilgi verdikten sonra herkes sınıflara dağıldı. Her sınıfta, sınıf öğretmenleri ziyaretçilere merak ettikleri konularda bilgi vermek için hazır bekliyordu.

Ziyaretlerim sırasında hem fotoğraf makinam hem de cep telefonlarım beni yarı yolda bıraktılar. Bu yüzden istediğim kadar detaylı fotoğraf çekemedim. Ama şarjım bitmeden bir kaç video çekebilme fırsatı yakaladım. Aşağıdaki videoda sınıf öğretmeninin çocukların her gün evlerine götürdükleri, aile-okul arasındaki iletişimi sağlayan ajanda defterlerin nasıl kullanıldıklarını anlatıyor. Bu ajandalara öğretmen-aile dışında çocuklar da isterlerse yazı yazabiliyorlarmış (2 yaş grubu çocuklarının yazı yazmasını desteklemek için çok güzel düşünülmüş., videoda öğretmen öğrencinin yaptığı karalamaları da gösteriyor). Videonun devamında 2 yaş sınıfının nasıl bir yer olduğunu da görebilirsiniz. Video sınıfın günlüğünden sayflara odaklanarak bitiyor...


Bu okula girer girmez çocuk eğitiminde Reggio Emilia yaklaşımını iliklerime kadar hissettim. Türkiye'de henüz keşfedilmediğini düşündüğüm bu yaklaşım Türkiye'de anlam veremediğim Montesorri salgınının öne çıkmasıyla beraber bir süre daha hakettiği değeri göremeyeceğe benziyor. Bir başka yazımda belki neden Montesorri okullarına sıcak bakmadığımı uzun uzun yazarım. Bu yazımın konusu olmadığı için asıl konumuza hemen geri dönüyorum. 

Reggio Emilia'da çocukların yaşadıkları çevreyle bütünleşik olarak gelişmesine odaklanılır. Eğitim materyali, eğitim programına dahil edilen konular hem çevreden, hem çocukların birebir yaşantılarından ve ilgilerinden doğar. Eğitim sürecinde materyallerin doğal olmasına dikkat edilir (mesela kum havuzunda kum yerine kurutulmuş portakal kabuğu rendesi gördüm, kozalaklardan tutunda deniz kabuklarına kadar bir çok doğal malzeme çocuklar için çekici hale getirilmiş şekilde sunuluyordu). Kullanılan eğitim materyali dışında çocukların günlük yaşamlarının kayıt altında tutulması bu eğitim yaklaşımın en önemli savunusudur. Okula girer girmez okul koridorlarına asılmış, çocukların katıldıkları etkinliklerden, okulun günlük yaşamından fotoğraflar hemen dikkat çekiyordu. Sınıflara girdiğimizde de 3 çeşit kayıt şekliyle karşılaştık: Fotoğraflarla desteklenmiş sınıf günlüğü, çocukların hergün eve götürdüğü aile-okul arası iletişimi sağlayan ajandalar ve çocukların aileleri tarafından hazırlanmaya başlanmış, öğretmen-aile tarafından devam ettirilen albümler... Bu albümlerin birinde bir aile bebeklerinin ilk resmi olarak anne karnındaki ultrason resmini koymuşlardı çok hoşuma gitti... Sınıflar içinde hayran kaldığım diğer bir nokta da oyun köşelerinin olmasıydı. Bir sonraki durağımız olan anaokulunda oyun köşelerini bu kadar somut olarak görememiş olmak her ne kadar beni biraz hayal kırıklığına uğratmış olsa da 0-3 yaş okulları bu konuda sınıfı geçtiler...

Reggio Emilia ve çocukların yaşantılarını kayıt altında tutmakla ilgili 15 dakikalık bilgilendirici bir videoyu aşağıda izleyebilirsiniz.


İkinci durağımız ise temelleri 75 sene önce atılmış, ama bir kaç sene evvel binası yenilenen bir ilkokul olan Escola Candela içersindeki 3-6 yaş grubu okuluydu. Bir önceki okuldaki öğrenci popülasyonun neredeyse %100'ünün katalan olmasının aksine bu okulun öğrencilerinin %80'inin göçmen ailelerden geliyor olması ziyaretimizin de ana temasıydı.  Nüfusun %17'sinin göçmenlerden oluştuğu Valls şehrinde yerli halkı okullarına çekemediklerinden muzdaripti burada çalışan öğretmenler. Aktardıkları bir kaç anektodda Katalan velilerin çocuklarının göçmen çocuklarla karışmasından nasıl korktuklarını gözler önüne seriyordu. Bir veli, okulun tanıtım gününe gelmiş ve sunum sonrasında müdüre yaklaşıp "Biliyorum ki bu okul çocuğum için çok yararlı olurdu ama biz onu buraya yollayacak kadar cesur değiliz." demiş. 

Okul göçmen ailelerle çalışırken yola çıktıkları felsefenin "Bizi bir okul gibi değil bir aile olarak görün" olduğunu vurguladı. Normalde sokaklarda baş örtüsüyle dolaşan kızların okula gelince  baş örtülerini çıkardıklarını çünkü okul içinde sınıf arkadaşlarını kardeşleri, öğretmenlerini de anne-baba olarak gördüklerini anlattı müdür. 

Bu okulda çok kültürlülükle ilgili yapılan uygulamalardan ikisi çok hoşuma gitti. Birincisi okulda çalışan öğretmenlerden bir ekip her sene öğrencilerinin geldiği ülkeler ve şehirleri kapsayan bir eğitim gezisine çıkıyormuş. Böylece öğrencilerinin hangi şartlardan geldiklerini daha iyi anlayan öğretmenler onlara daha uygun bir şekilde yaklaşmayı öğreniyorlarmış. Diğer bir uygulamada da, özellikle okulda Fas asıllı öğrenci çokluğunda, kurban bayramı sırasında onların kutlamalarına okul olarak ortak olduklarından söz ettiler. Bunca okul gezdim, hiç bir okulda da bizim öğrencilerimiz için şu gün önemli, o günü eğitim programımıza dahil ettik sözünü duymamıştım. Varsa yoksa hep hristiyan kökenli Katalan bayramlarının kutlanması önemseniyordu...

Okulun işleyişinde 3-6 yaş grubu öğrencilerinin ve ailelerinin okul hayatına katılması açısından öne çıkan alanlar ise okul girişindeki geniş bir meydan (bu meydanda yansıtılan barkovizyondan veliler o hafta öğrencilerin neler yaptıklarını görebiliyorlar), ve kütüphaneydi. 

Zor öğrenci gruplarıyla çalışan öğretmenlerin ne kadar istekli ve idealist olduklarını tekrar hatırlayıp onları bir daha takdir ettikten sonra okuldan çıkarken söylenmelerimizin hedefleri veliler ve hükümetti. Malum İspanya'da şu anda sağ parti olan PP ve Katalunya'da aşırı Katalan Milliyetcisi CİU iktidarda. Bu iki hükümet de eğitim alanında korkunç kesintilere gittiler. Dernek başkanı okuldan çıkarken "bu hükümet böyle öğretmenleri haketmiyor." diyordu... Bense Katalunya'da şimdiye kadar ziyaret ettiğim, çalıştığım, ya da araştırma yaptığım devlet okullarını hatırlayınca Türkiye'nin eğitimde ne kadar geri kaldığını bir daha anlıyorum. Buranın devlet okulları, bizim özel okullar gibi... Eksikleri yok, fazlaları bile olabilir. En azından velilere müşteri gözüyle bakmıyorlar...

Ziyaret ettiğimiz üçüncü okul ise henüz 1. dönemini tamamlamış ve ziyaret turumuza başladığımız okul ile birebir aynı olan yeni bir kreş olduğu için orada aldığım notları buraya aktarmıyorum. Gezi sırasında grubun resmi fotoğrafçısı tarafından çekilen fotoğraflara şu linkten ulaşabilirsiniz...

Gelecekte çocukların hakettikleri eğitime ulaştıkları okullara kavuşmalarını dileyerek bu yazımı da burada noktalıyorum...


13 Nisan 2012 Cuma

Peki Ya siz? Bir Alex misiniz?



Paskalye bayramını fırsat bilip 12 günlük bir tatil için 7 ay uzak kaldığım İstanbul’a gittim. Bu sene şansıma tatil tarihlerimle uzun zamandır katılımcısı olmak istediğim Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın tarihi çakıştı. Fırsat budur diyip hayatımda ilk defa bir Cumartesi sabah saat 6dan önce uyanıp, saat 7.20’de Taksim’de olma pahasına, uykusuzluğa rağmen tatilimin 4.gününü bu konferansa ayırdım. Hiç de pişman değilim.

Sabah 09:00 akşam 18:00 saatleri arasında sadece yarım saatlik bir yemek arasıyla bir atölye çalışmasından başka bir sunuma öyle bir yoğun koşuşturmacayla geçti ki uykusuzluğumu bile unuttum gün boyunca. Türkiye’nin tüm iyi eğitimcileri oradaydı desem yanılmam herhalde. Bir Cumartesi sabahı o kadar erken saatte bir konferans için hazır bulunmak gerçekten sadece işini sevenlerin yapacağı bir şey. O ortamda olup, değerli uzmanlarla aynı havayı solumuş olmak da beni ayrıca mutlu etti.

Gün boyunca hiç mi aksilik-terslik-olumsuzluk yok muydu diye soracak olursanız, aklıma sadece üç tane geliyor:
1) Sabancı Üniversitesi’nin kampüsünde yapılan etkinlikte ne konferans katılımcılarına ne de konferansta sunum yapacak eğitimcilere Wi-Fi bağlantısı sağlanmamış olması bence bir ayıptı. Devir sosyal medya devri, herkesin cep telefonlarıyla bağlanmak istemeyecekleri akıllara gelmemişti sanırım. Bu nedenle konferansla ilgili düşüncelerimi interaktif olarak direk meslektaşlarla paylaşamadım. Uzaktan bir uzay üssü imajı çizen Sabancı Üniversitesi’nin de (belki onların hataları değil ama) bu nedenle imajı gözümden biraz düştüğünü üzülerek itiraf ediyorum.

2) Diğer bir olumsuzluk katıldığım “Ayrımcılık Sorunu Eğitim OrtamlarındaNasıl Ele Alınabilir? Örnek Ders Uygulamasıçalıştayında dikkatimi çekti. Nerden baksanız 40tan fazla katılımcı arasında karşıt görüşü temsilen kimse yoktu. Senteze ulaşmak için Tez-Antitez ikilisinin bulunmasından yana olan biri olarak şeytanın avukatlığını yapsam mı diye düşünmedim de değil. Sonuç olarak katılımcı grubun gerçek hayatı temsil etmediğine karar verdim. Oysa ki çalıştay sırasında karşıt görüşler konuşsaydı bence daha öğretici olurdu. Yine de bu çalıştayı, özellikle de kullanılan videoları ve grup tartışmaları için sunulan soruları, çok beğendim. Belki bu çalıştayla ilgili ilerde daha detaylı bir yazıda yazarım.

3) Çok merak ettiğim bir sunumun, İstanbul İl Milli Eğitim’in temsilcilerinin sunduğu “İstanbul Dersi Dünyaya İyi Örnek Oluyor”, sunuşu yapacak kişiler tarafından kafalarına estikleri için sunum yerini sınıf ortamından çıkarıp daracık koridor alanına taşımaları yüzünden izleyememek durumunda kalmam ve merakımı gideremem aklımda kalan son olumsuzluk. Bir umut sunumun yapıldığı koridor standına gittiğimde izleyici yoğunluğundan dolayı ayakta durup not almanın imkansız olduğuna karar verip günün son sunumunu izlemeden çıktım. Bu yazıyı okuyanlar arasında bu sunumu izleyen varsa izlenimlerini paylaşırsa güzel olur.

Konferansta izlediğim tüm sunuşları bir yazıda toparlamanın pratik olmaması sebebiyle izlenimlerimi kısaca (4+4+4 tartışmalarından, açılış konuşması sırasında yapılan agresif protestolara değinmeyi tercih etmeden) özetledikten sonra aklımda en çok kalan sunumla ilgili aldığım notları sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Dinlemek için işaretlediğimde her ne kadar sunuş başlığı ilgi alanlarım dahilinde olmasa da sunuşu yapacak kişiyi daha önce dinlememiş olduğum için gitmeye karar vermiştim. “ Öğrenciyi Nasıl Doğru Yönlendirebilirim?” başlıklı oturumda söz ünlü psikoterapist Emre Konuk'taydı. 

Emre Konuk’un kurucusu olduğu Davranış Bilimleri Enstitüsü’ne henüz yeni bir mezunken yolum düşmüştü. Hatta biraz sonra bahsedeceğim 16PF envanterini de yaparak bir pozisyon için başvurmuştum. Sonrasında orada çalışmak kısmet olmadı ama Emre Bey ile yüksek lisans öğrencisiyken katıldığım European Congress of Psychology sırasında Prag’da ayak üstü tanışmıştım. Bu iki yaşantı sonrasında ilk defa Emre Bey’i dinlemek bu sene, EİÖ konferansında mümkün oldu.

Başlığından yola çıkarak sunuşu dinlemeye gelenler için kesinlikle beklentilerini boşa çıkaran bir sunum olmasına rağmen benim beğenmemin sebebi anlatılanların gerçek hayatla doğrudan bağlantılı olması ve pratiğe uygulanabilme olasılığıydı. “Yeteneği Keşfetmek ve Kişilik” başlığını seçmişti Emre Konuk sunuşu için. Çocuklarda yeteneklerin keşfedilmesinin gerekliliğinden yola çıkarak mesleklerin16PF kişilik envanteri uygulanarak elde edilen  kişilik profillerinden bahsederek devam etti. Sonuç kısmında ise uyumlu evliliklerde kadın-erkek kişilik özelliklerinden söz etti. 16 PF’nin reklamı niteliğinde bir sunumdu ama gerek ünlü futbolcu Alex’i örnek olarak sunması, gerekse kendi eşiyle ilgili atıflarda bulunması nedeniyle eğlenceli ve ilgi çekici bir sunumdu.

Yetenek’i kavram olarak “düşünce-duygu-davranışlarda yüksek performans” olarak tanımladı Emre Konuk. Yetenek gelişimi ile ilgili beyin araştırmalarından bahsetti, Harry Chugani’nin çalışmalarına atıfta bulundu. Yeteneğin gelişmesi için 3-15 yaş aralığının öneminden bahsettikten sonra geçmişte çocukların zayıf yönlerinin tespit edilp onların güçlendirilmeye yönelik müdahalelerin günümüzde değiştiğini, ya da değişmesi gerektiğini vurguladı. “Günümüzde şirketlerin yeni eğilimi varolan yeteneklere odaklanıp o yetenekleri daha da geliştirmektir” dedi.
“Bir mesleği ideal olarak yapan profesyonelde bir sürü yetenek gerekir. Eğitim sistemi bu yeteneklerin hepsini geliştirmek ister. Ancak bunun imkanı yoktur. Bunun yerine kişinin güçlü olduğu yeteneklerini keşfedip onları daha da iyileştirmek için desteklemek gerekir.” Bu söyleminin ardından örnek olarak Fenerbahçe’nin başarılı futbolcusu Alex’i gösterdi.

Alex’in güçlü ve zayıf yönlerini fotoğrafta görebilirsiniz. Alex’i Alex yapanın onun güçsüz noktalarının değil, yeteneklerinin öne çıkmış olmasıdır diyerek, Alex’in hocalarının onu savunmada işe yarar hale getirmeye çalışmak yerine gol atma potansiyelini en üst seviyeye çıkarmak için çaba sarf ettiklerini vurguladı.

Peki ya siz bir Alex misiniz? Zayıf yönlerinizi kafanıza takmayıp, güçlü yeteneklerinizin tadını çıkarıp meyvesini yiyebiliyor musunuz? En önemlisi de kendinizi ve yeteneklerinizi tanıyor musunuz?

Ele alınan son konu eşler arasında uyumluluğu belirleyen kişilik özellikleriydi. Zıt kutuplar birbirini çeker, farklı kişilik özelliklerine sahip çiftler birbirini tamamlar gibi söylemlerin aslında hurafe olduğundan çiftlerin uyumluluğunu belirleyen kişilik özelliklerinden 14 tanesinin düzeyinin benzer olmasının eşler arasındaki uyumu olumlu yönde etkileyeceğini söyledi. Durum sadece iki kişilik özelliğinde: Sıcakkanlılık ve Problem çözme de farklılaşıyormuş...
Aşağıdaki resime baktığınızda da Kadın-Erkek romantik ilişkilerinde eşler arasındaki uyumun hangi özellikler sayesinde CENNET hangi özellikler yüzünden CEHENNEM’e döndüğünü göreceksiniz. Bence tablonun en dikkat çekici yeri Cehennem tablosu içinde yer alan ERKEK FAKTÖRLERİ: buradaki verilere göre eğer eşiniz sadece bir tek size değil herkese karşı sıcak kanlıysa ve yeniliklere açıksa ilişkiniz için tehlike çanları çalmaya başlamış olabilir. Sonuç olarak erkeğin hala “ağır abi” olanı makbul sanırım. Kadınlarda ise mükemmeliyetçilik azalınca uyumun azalabileceği belirtilmiş. Erkekler kadınların mükemmeliyetçi yanını seviyor olmalı, acaba mükemmeliyetci kadınlar için uyumlu eş olabilmek için ne kadar çaba harcıyorlar? Hem kadınlar hem de erkekler için geçerli olan bir nokta ise eğer ilişkinizde eşinizle uyumlu mutlu mesut yaşamak istiyorsanız kendizi sorgulamayı bırakın, endişe düzeyinizi de kontrol etmeye bakın...

Ayşe Arman’ın ile Emre Konuk aldatmak ilgili yaptığı röportaja iki bölüm olarak buradan  ve şuradan  okuyabilirsiniz...

Eğitim ile başlayıp kadın erkek ilişkilerindeki uyuma kadar geldik. Hayatın her alanında eğitimin şart olduğunu unutmadığımız bir hayat yaşamamızı diliyorum...