Araya paskalya tatili girince ait olduğum şehre uzun zamandır hiç olmadığım kadar hasta ulaştıktan sonra üzerine daha henüz toparlanmadan bir de zorunlu turist rehberliği girince günler nasıl geçmiş anlamadım. Bu süre zarfında aslında blog hep aklımda. Her seferinde şunu yazsam ne güzel olur dediğim birkaç nokta var. Bunları ileride daha uzun yazılarda incelemek ve sorgulamak istiyorum ancak şimdilik özet noktalar olarak buraya yazayım ki daha sonra unutmayayım:
1-Müze gezilerim sırasında birçok okul grubunun (gerek ilköğretim gerekse lise düzeyinde, gerek devlet gerekse özel okullardan) öğretici potansiyeli çok yüksek olan bu mekânları tabiri caizse amaçsızca dolaştıklarını gördüm, içim acıdı. Sadece birkaç öğretmenin “dikkatli dinleyin bak soru soracağım sonra” dediğini duymuş olsam da yurt dışında yaptığım müze ziyaretlerindeki okul gruplarının eğitim amaçlı gezileriyle karşılaştırılamayacak derecede eğlence amaçlı gezilere dönüşmüştü bu öğrencilerin ziyaretleri. Diğer bir dikkat çekici nokta da, özellikle Miniatürk’te öğrencilerin başında görevli olan birçok Türbanlı öğretmene rastlamamdı (acaba veli midirler diye düşünmedim değil, ama daha sonra birkaç öğrencinin hocam diye hitap ettiklerini duydum). Okullarda Türban takmaları yasak olan bu öğretmenlerin, yine resmi olarak görevlendirildikleri okul gezilerinden bu yasağın ortadan kalkıp kalmadığını merak ettim.
2- Son birkaç gündür sıklıkla kitapçılarda mola veriyorum. Psikoloji ve Eğitim ile ilgili kitapların raflarına üzülerek bakıyorum. Kitaplarda hep aynı eski kitaplar, ilgili çekici yeni yayın bu alanlarda yok denilecek kadar az. Öğrenme psikolojisi kitaplarını incelerken bu kitapları yazan hocaların bilgi birikimlerinden şüphe etmeye başladım. Öncelikle neredeyse her kitap, ezberlenmişçesine aynı gelişim kuramlarıyla başlıyor. Her ne kadar içeriklerini dikkatle incelemiş olsam da neredeyse adım gibi eminim ki bu kitapların eleştirel bir bakış açısı ile değil, ezberci bilgilerle doldurulduğuna eminim. Gelelim bu kitapların en vahim noktasına. Neredeyse hiç birinde ne sosyal yapılandırmacılıktan ne de Vygotsky’den bahsedilmemesi. Kitapların çoğu Piaget’de bitiyor. Bu da açıkça bir kanıttır ki kitap yazmaya girişen akademisyen eğitimcilerimiz gündemi pek iyi takip etmiyorlar.
3- 3 saat adlı belgesel filmin DVDsi çıkmış. Hemen aldım. İlk 47 dakikasını ağzım açık izledim. Meğer Türkiye’deki eğitimciler, insan eğitimciliğinden çıkıp yarış atı eğitimcilerine dönüşmüşler. ÖSS sürecini ruh sağlığımı kaybetmeden ve insanlıktan çıkmamış öğretmenlerle karşılaşmadan bitirdiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Belgeselin tamamını dikkatle izleyip içerikle ilgili bir yazı yazarak konuyu biraz daha irdelemek istiyorum.
4- Açık öğretim sınavlarının yapıldığı hafta sonu yolum Beyazıt’a düştü. Herkes elinde açık öğretim test kitaplarıyla buldukları köşeye oturmuş son dakika golüyle dersten geçmeyi umut ediyor bir görünüm sergiliyordu. Acaba bu son dakikada sınava çalışmak Türk kültürüne özgü bir şey mi yoksa başka hangi özellikler/faktörler bu duruma yol açıyor diye düşündüm kendi kendime.
5- Nisan ayı içinde Mersin’de yapılacak olan 16. Ulusal Psikoloji Kongresi’nin programına bakınca gördüm ki son 8 senede Türkiye Psikoloji Akademi Dünyası’nda çok büyük gelişmeler yaşanmamış. Aynı hocalar, tekellerine aldıkları aynı konularda çalışma grupları yapmaya devam ediyorlar, sunumlarda geçen isimler-yurt dışından gelen katılımcılar dışında-hep aynı. Belki sadece başlıklar eski kongrelerdeki sunumları çağrıştırıyorlardır ve içerik farklıdır. Kongre’ye katılamayacağım için bunu bilemeyeceğim ama programı görünce bende böyle bir etki yarattı.
6- Halen yazmam gereken 1 Anna Lindh Vakfı 2010 Forum’u ile ilgili yazı ve Bir Doktora Öğrencisinin İtirafları Yazı dizimin ikinci yazısı var.
7- 21-25 Nisan Arası Antalya’da “World Conference on Psychology, Counselling and Guidance” da sunum yapacağım. Bu konferansla ilgili de gözlemlerimi illa ki aktarmalıyım.
8- 9 günlük yoğun Turistle turist olma turlarımda fark ettim ki Barselona’nın tarihini İstanbul’un tarihinden daha iyi biliyorum. Bu kafamda şu soruyu “Türkler neden her şeyi karmaşıklaştırarak yaşamak eğilimindeler?” Belki bu sorunun cevabını bulurum diye, biraz da aşık olduğum şehirle ilgili bir şeyler öğrenirim diye bugünlerde kendimi İstanbul ile ilgili kitaplar alırken buluyorum. Bu arada İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması şehir için ne gibi katkılar sağlamış henüz idrak edemedim. Ansiklopedi boyutlarındaki programı edindim, gönüllüler için özel bir program var. İstanbul’da yaşıyor olsaydım ucundan kenarından bu programa katılmak isterdim diye geçirdim içimden.
9- İstanbul Film Festivali maceram da başladı. Her film öncesi reklâmların bitiminde protesto alkışları kopuyor. Tamam, film başlamadan önce yaklaşık 15 dakika reklâm izlemek can sıkıcı. Ama ara verilmediği için normal sinema sürecinden fazla bir süre gitmiyor aslında bir seansta. Ayrıca hafta içi gündüz seanslarının 3,5 tl olması da bence bu reklâm süresini haklı çıkarabilir. Bu festival aynı şartlarda İspanya’da olsaydı eminim kimse protesto için alkışlamazdı. Türk milletinin sabırsızlığının nedeni acaba hayatın değersiz bu nedenle de yaşama süresinin (yani zamanın) çok değerli olması mıdır diye yine geçirdim aklımdan.
Birkaç gün içinde motivasyonumu geri kazanıp son sürat derslerime geri dönsem iyi olacak. Vakit buldukça da bu noktaların hepsine olmasa bile bir kaçına ayrıntılı olarak değinmek istiyorum. Ayrıntıları tartışmaya açmadan önce yukarıdaki konularla ilgili düşünce ve fikirleriniz varsa lütfen paylaşmaktan çekinmeyin…
2- Son birkaç gündür sıklıkla kitapçılarda mola veriyorum. Psikoloji ve Eğitim ile ilgili kitapların raflarına üzülerek bakıyorum. Kitaplarda hep aynı eski kitaplar, ilgili çekici yeni yayın bu alanlarda yok denilecek kadar az. Öğrenme psikolojisi kitaplarını incelerken bu kitapları yazan hocaların bilgi birikimlerinden şüphe etmeye başladım. Öncelikle neredeyse her kitap, ezberlenmişçesine aynı gelişim kuramlarıyla başlıyor. Her ne kadar içeriklerini dikkatle incelemiş olsam da neredeyse adım gibi eminim ki bu kitapların eleştirel bir bakış açısı ile değil, ezberci bilgilerle doldurulduğuna eminim. Gelelim bu kitapların en vahim noktasına. Neredeyse hiç birinde ne sosyal yapılandırmacılıktan ne de Vygotsky’den bahsedilmemesi. Kitapların çoğu Piaget’de bitiyor. Bu da açıkça bir kanıttır ki kitap yazmaya girişen akademisyen eğitimcilerimiz gündemi pek iyi takip etmiyorlar.
3- 3 saat adlı belgesel filmin DVDsi çıkmış. Hemen aldım. İlk 47 dakikasını ağzım açık izledim. Meğer Türkiye’deki eğitimciler, insan eğitimciliğinden çıkıp yarış atı eğitimcilerine dönüşmüşler. ÖSS sürecini ruh sağlığımı kaybetmeden ve insanlıktan çıkmamış öğretmenlerle karşılaşmadan bitirdiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Belgeselin tamamını dikkatle izleyip içerikle ilgili bir yazı yazarak konuyu biraz daha irdelemek istiyorum.
4- Açık öğretim sınavlarının yapıldığı hafta sonu yolum Beyazıt’a düştü. Herkes elinde açık öğretim test kitaplarıyla buldukları köşeye oturmuş son dakika golüyle dersten geçmeyi umut ediyor bir görünüm sergiliyordu. Acaba bu son dakikada sınava çalışmak Türk kültürüne özgü bir şey mi yoksa başka hangi özellikler/faktörler bu duruma yol açıyor diye düşündüm kendi kendime.
5- Nisan ayı içinde Mersin’de yapılacak olan 16. Ulusal Psikoloji Kongresi’nin programına bakınca gördüm ki son 8 senede Türkiye Psikoloji Akademi Dünyası’nda çok büyük gelişmeler yaşanmamış. Aynı hocalar, tekellerine aldıkları aynı konularda çalışma grupları yapmaya devam ediyorlar, sunumlarda geçen isimler-yurt dışından gelen katılımcılar dışında-hep aynı. Belki sadece başlıklar eski kongrelerdeki sunumları çağrıştırıyorlardır ve içerik farklıdır. Kongre’ye katılamayacağım için bunu bilemeyeceğim ama programı görünce bende böyle bir etki yarattı.
6- Halen yazmam gereken 1 Anna Lindh Vakfı 2010 Forum’u ile ilgili yazı ve Bir Doktora Öğrencisinin İtirafları Yazı dizimin ikinci yazısı var.
7- 21-25 Nisan Arası Antalya’da “World Conference on Psychology, Counselling and Guidance” da sunum yapacağım. Bu konferansla ilgili de gözlemlerimi illa ki aktarmalıyım.
8- 9 günlük yoğun Turistle turist olma turlarımda fark ettim ki Barselona’nın tarihini İstanbul’un tarihinden daha iyi biliyorum. Bu kafamda şu soruyu “Türkler neden her şeyi karmaşıklaştırarak yaşamak eğilimindeler?” Belki bu sorunun cevabını bulurum diye, biraz da aşık olduğum şehirle ilgili bir şeyler öğrenirim diye bugünlerde kendimi İstanbul ile ilgili kitaplar alırken buluyorum. Bu arada İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması şehir için ne gibi katkılar sağlamış henüz idrak edemedim. Ansiklopedi boyutlarındaki programı edindim, gönüllüler için özel bir program var. İstanbul’da yaşıyor olsaydım ucundan kenarından bu programa katılmak isterdim diye geçirdim içimden.
9- İstanbul Film Festivali maceram da başladı. Her film öncesi reklâmların bitiminde protesto alkışları kopuyor. Tamam, film başlamadan önce yaklaşık 15 dakika reklâm izlemek can sıkıcı. Ama ara verilmediği için normal sinema sürecinden fazla bir süre gitmiyor aslında bir seansta. Ayrıca hafta içi gündüz seanslarının 3,5 tl olması da bence bu reklâm süresini haklı çıkarabilir. Bu festival aynı şartlarda İspanya’da olsaydı eminim kimse protesto için alkışlamazdı. Türk milletinin sabırsızlığının nedeni acaba hayatın değersiz bu nedenle de yaşama süresinin (yani zamanın) çok değerli olması mıdır diye yine geçirdim aklımdan.
Birkaç gün içinde motivasyonumu geri kazanıp son sürat derslerime geri dönsem iyi olacak. Vakit buldukça da bu noktaların hepsine olmasa bile bir kaçına ayrıntılı olarak değinmek istiyorum. Ayrıntıları tartışmaya açmadan önce yukarıdaki konularla ilgili düşünce ve fikirleriniz varsa lütfen paylaşmaktan çekinmeyin…
Oh super, bir an once bekliyoruz bu konular hakkinda yazilari.
YanıtlaSilBu arada sekerim, Vygotsky hakkinda kitap yoksa sen niye yazmiyorsun? Bak zaten buraya biiiir suru notlar dusuyorsun, uzun uzun anlatiyorsun. Hadi gazlayayim seni: kitap yaz Billlurrr:)
Ben kendimden önce bir gezi yazısı kitabı bekliyorum aslında. Ama bir psikoloji yazısı da fena olmaz. Kim bilir belki bir gün benim de bir kitabım raflarda yerini alır (ki aslında çevirisini yaptığım bir kitap var halen raflarda bulunabilir sanırım) heheh :)
YanıtlaSil