niteliksel araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
niteliksel araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2011 Perşembe

Bir Doktora Öğrencisinin İtirafları-5

(Bu yazıyı okumadan önce, 4. yazıyı okumak için tıklayın.)

Dün bitirdiğim bir kişisel gelişim kitabında eğer kariyerinizde istediğiniz noktaya bir türlü gelemiyorsanız suçu başkalarına atmaktan vazgeçip kendinize küçük hedefler koyarak bebek adımlarıyla da olsa ilerlemeye başlayın diye yazıyordu. “Denedim. Olmadı” söyleminden vazgeçin, çünkü denemek diye bir şey yok, bir şeyi ya yaparsınız ya yapamazsınız diye de devam ediyordu.

Denedim, olmadı diyip pes etmek için çok geç artık. 2 sene geçmiş. 2 seneyi çöpe atmayı göze alabilecek kadar uzun değil bu hayat. Sil baştan başlamak gerek bazen diyordu bir şarkısında Şebnem Ferah. İşte benim doktora tez serüvenime çok uydu bu söz. Zaten niteliksel araştırmaların ortak kaderi bu. Araştırma süreci içersinde her şey değişebilir. Yeter ki buna hazırlıklı ve gönüllü olun.



Eylül ayı buralarda bir doktora öğrencisi için çok yoğun bir ay. Tabiri caizse bir doktora öğrencisi için yeni yıl eylül ayında başlar. 1 eylülde Barselona’ya ayak bastığımda 5 eylülde vermem gereken senelik raporumu her ne kadar kafamda tekrar tekrar yazmış olsam da bir türlü yazıya dökememiştim henüz. Her Türk öğrenci gibi son dakikaya kadar maksimum stresle 1 senede yaptıklarımı, ya da yapamadıklarımı, 5 sayfaya sığdırmaya çalışırken olabildiğince dürüst davranmaya çalıştım.


Sonuçta yazdıklarımdan memnun ama gidişattan umutsuz bir tablo çıktı karşıma. Raporu yazma aşamasında danışmanıma ulaşma çabalarım sonuçsuz kaldı. Tez süreci değerlendirme komisyonuna ulaşan raporumu tez danışmanım okumadı. Herhalde şu an bulunduğum noktada en çok şikayetçi olduğum konu bu, Nisan sonundan beri tez danışmanıma ulaşamıyor olmam. Bu nedenle de araştırma sürecimle ilgili sağlıklı bir geri bildirim alamamam...

Neyse efendim, kimseyi suçlamıyoruz ve geliyoruz 20 eylül sabahı komisyonun değerlendirme toplantısına... Komisyonda raporumu değerlendiren hocanın arkasından toplantı odasına yürürken bana dedikleri tam da o an hissettiklerimin kelimeye dökülmesiydi: “Ne kadar karamsar bir rapor yazmışsın. Çok umutsuz, çok karanlık görünüyorsun. Şimdi gel problemlerin hakkında neler yapabiliriz bir bakalım.”

Hoca, yazdığım raporun üzerine notlar alınmış, satır altları çizilmiş çıktısını önüme koyduğunda içimde duyduğum sevinci kelimelere dökemem. 2 sene sonunda birisi yazdıklarım üzerine ciddi kafa yormuştu ve bana yardımcı olabilecek, ilerlemem için bana yol gösterebilecek geri bildirim vermek için notlar almıştı. Yaptıklarımı, yazdıklarımı ve en önemlisi kendimi 2 sene içinde ilk defa bu kadar değerli hissettim.
Araştırmamın veri toplama sürecinde, katılımcı okul bulmakta çektiğim zorluk ve topladığım verilerin başa çıkılamaz derecede birikmesi nedeniyle araştırma desenini değiştirmeye karar vermek zorunda kalmam bende acı bir farkındalık yarattı. Niteliksel bir araştırma yapıyorum ama multiple case study yapamayacaksam benim araştırmam için en uygun desen hangisi? Araştırmamın amaçlarına göre yeni bir desen seçmek mi, seçtiğim desene göre araştırma amaçlarını yeniden belirlemek mi?


Niteliksel verilerin kalitesi araştırmanın geçerliliği açısından çok önemli bir konu. Genelde araştırmacının kendisi tarafından toplanmamış veriler kalitesiz sayılır. Doğal ortamda toplanmamış veriler de geçersiz. Benim korkum ikincisinden kaynaklanıyordu. 2 aylık alan çalışmam çöpe gitmesin diye uyguladığım B planı maalesef korkutuğumun başına gelmesini engelleyemedi. Değerlendirme yapan hoca bu verilerin kullanılamayacağını ve en temizinin yeniden alan çalışması yapmak olduğunu söyledi. Bense hala acaba geçerli olan diğer verileri nasıl kullansam da sıfırdan başlasam diye düşünüyordum ki hala bu sorunun cevabını bulmuş değilim.
Yaklaşık 1 saat süren geri bildirim görüşmesinden sonra vardığım sonuç en kısa zamanda niteliksel araştırma metodolojisi ve niteliksel veri analizi ile ilgili bir ders bulmam gerektiğiydi. Bunun yanında yeni bir danışman bulma gereksinimi de ortaya çıktı. Zaman kaybetmeden üniversitenin web sayfasına girip ders kataloglarını incelemeye başladım. Tam istediğim gibi bir ders bulup çeşitli hocalara mail yazma trafiğine başladım. Maillerime aldığım cevaplar İspanya’daki yüksek öğretimin kanayan yarasının göstergesi gibiydi:
Bir hoca bir kaç ay raporluyum o yüzden dersi başkası verecek, kimin vereceğini bilmiyorum dedi. Diğer bir tanesi ön emekliliğimi aldım, Barselona dışındayım, Barselona’ya ne zaman döneceğimi de şimdiden düşünmüyorum demiş. Bir başkası, dersi son anda başka hocaya verdiler, ismi şu ama e-maili bende yok, ekim başı tekrar yaz bana demiş. Ekim başı yazdım, ekim ortası oldu hala bir cevap yok. Cevap alabildiğim en son hoca ise açık ve net bir şekilde dersin öğrenci kapasitesinin dolu olduğunu, boş vaktinin olmadığını ve ancak kendi öğrencilerine vakit ayırabildiğini yazmıştı.

İspanya’da yaşanan meşhur ekonomik kriz hiç şüphesiz önce sağlık sonra da eğitimi etkiledi. Ama krizden önce de, ilk geldiğim sene, dikkatimi çekmişti hocaların (ya da özellikle devlette çalışan insanların) sürekli raporlu olması. Bolonya süreci sonrasında lisans sınıflarında öğrenci sayısı 200 kişiyi bulabiliyormuş. Araştırmalar ve kadrolara ayrılan bütçe her sene biraz daha kesiliyor. Bu yaz İstanbul’daki kongrede tanıştığım İspanyol araştırmacı bir arkadaş bana şöyle demişti: “İspanya’nın beyin ithal etme gibi bir arzusu yok. Başarılı yabancı öğrencilere yatırım yapalım, İspanya’da kalsınlar, İspanya’yı akademik anlamda daha iyi yerlere getirsinler diye bir kaygıları yok. Bu yüzden de zaten yabancı öğrencilere yatırım yapmıyorlar.” Eğer bütün bunları daha önceden biliyor olsaydım, hiç düşünmeden dok
tora yapmak için başka bir ülke arardım kesinlikle. Ama artık bunu düşünmek için çok geç.

Bu şartlar altında, kimseyi suçlamadan, kendi kendime doktora yapma sanatının ustası olmak üzere küçük bebek adımları atmaya karar verdim, rapor değerlendirme toplantısından tam 1 ay sonra... Elimde yapmam gereken tonlarca okuma, cevabını bulmam gereken bir çok soru, analiz etmem gereken bir çok veri var ve her şey 11 ay içinde bitmeli... Bitmeli değil, pardon... Bitecek... Er ya da Geç Bu Doktora Bitecek...

Başlamak bitirmenin yarısıdır derler, ben de bitirmeyi istemek bitirmenin ta kendisidir diyorum. Bir doktora öğrencisi için ultra lüks bir şey olan rahat alanımdan (comfort zone) çıkıp, bebek adımlar atma zamanı geldi artık. Haydi, eğer siz de hala doktora tezinizin kötü gidişatından, ilerleyememekten, önünüze çıkan engellerden şikayetçiyseniz, başka şeyleri suçlamayı bırakın. Kendinizi de suçlamayın. Önünüze küçük somut hedefler koyun. Bulunduğunuz noktaya kadar gelebilmişseniz eğer, bundan sonrasını yapamamak için önünüzdeki tek engel kendinizsiniz... Aklınızdan çıkarmayın, söylenmeden, aksilik çıkmadan, ters gitmeden, sorun yaşatmadan biten bir doktora tezi yoktur. Doktora tezi yazmak demek sadece araştırma yapma, yürütme yetkinlikleri kazanmış olmanız anlamına gelmez. Doktora sürecinde hayatın karşınıza çıkarttığı problemleri de çözebilmiş, yıkılmadan, sağsalim başarıya ulaştığınız anlamına da gelir. Kıssadan hisse, doktora tezinizi verdiyseniz, zorluklarla başa çıkabilme yetkinlikleri kazanmışsınız demektir.

(Bu yazıyı okuduktan sonra 6. yazıyı okumak için tıklayın.)

4 Mart 2011 Cuma

Bir Doktora Öğrencisinin İtirafları-4

(Bu yazıyı okumadan önce, 3. yazıyı okumak için tıklayın.)

Ne zaman 2011 geldi, ne zaman ilk iki ayı geçti fark etmedim bile. Her hafta sonu “artık yeni bir yazı yazmalıyım” diye bilgisayarın başına geçtim, bir de baktım ki saçma sapan şeylerle vakit uçmuş geçmiş. Bir yandan yazacak çok şey varken öte yandan belki de yazılabilecekler sizleri pek de ilgilendirmiyor. Bu yazının biraz ibretlik bir yazı olmasını amaçlıyorum. Amacım kendimi acındırmak, “vah vah yazık kıza, neler gelmiş başına” demeniz hiç değil. Bu yazıyı okuduktan sonra çıkarmanızı hedeflediğim iki sonuç var: 1) Bir yandan doktora devam ederken, öte yandan hayat da devam ediyor ve hangisi daha zor diye karar vermeniz gerektiği an bilin ki hayat her zaman başı çekiyor. 2) En zor günlerinizde, tam dibe vurmuşken önünüzdeki hedeflere tutunun, hayatın ufak sürprizlerinde mutluluğu yakalayın.

Yazımın sonunda umarım fark edeceksiniz ki doktora yapmak demek araştırmacı olarak yetişmek demek değil sadece. Doktora yapmak demek araştırma tekniklerini yalayıp yutmak, teorik bilgilere hakim olmak, hızlı ve yararlı bir şekilde okuma yapma becerileri kazanmak, makale veri tabanlarını didik didik etmeyi öğrenmek, ulaşamadığınız makaleleri isteyebileceğiniz insanları belirleyebilmek, veri toplama aşamasında ikna etme becerilerine sahip olmak, her türlü teknolojiyi etkili bir biçimde kullanabilmek, gerektiğinde kamera ile çekim yapmak, kaydettiğiniz videoların formatlarını değiştirebilmek, montajını yapmak, belki de senelerinizi verdiğiniz araştırmanız birileri tarafından bilinsin tanınsın diye onu kağıda dökmek, kağıda dökerken belki de bir edebiyatçı özeniyle akademik dil kullanım sanatını ifşa edebilme becerilerini kazanmak, sinirlerinize hakim olmak, psikolojik dengenizi korumaya yönelik stratejiler geliştirmek… Dahasını gelin yazımı okuduktan sonra varın siz düşünün…

31 Aralık 2010-1 Ocak 2011 gecesi o kadar çok eğlendim ki birkaç günlüğüne de olsa 2011 hep öyle neşeli geçecek sandım. 9 Ocak’ta Barselona’ya döndüm ve evime girdiğim andan itibaren kara bulutlar sardı dört bir yanımı. 1 ay boyunca harıl harıl yeni ev baktım, kaldığım evde evi paylaştığım insan demeye dilimin varmadığı karaktersiz kişiler ortamda o kadar gerginlik yaratıyordu ki bir ay boyunca yaşadığım evde ne yemek yiyebildim ne duş alabildim. Bu kadar sıkıntının arasında bir de 15 Ocak’a kadar bir makale teslim etmem gerekiyordu bir kongreden kabul alan sunumum için. Yaşadığım evde huzurumun kaçmış olması, ev bulamıyor olmanın verdiği stresle birleşince makale yazmaktan vazgeçtim. Gözümü kararttım ve risk aldım. Uzatma verirlerse bir şekilde yazarım dedim. Haber beklemeye başladım…

Bir hafta sonra gelen haberde makale yollama tarihinin 31 Ocak olduğunu öğrendim, yani tam benim evden taşınmış olmam gereken tarih…

Bu sefer umutsuzluğa kapılmadım, ikinci şansı tepmek akademik kariyer hedefleyen bir insanın yapmaması gereken bir şey olurdu. Yavaş yavaş yazmaya başladım. Tam da o günlerde, geçen yaz girmek için başvurduğum ama boş kontenjan bulamadığım için reddedildiğim Niteliksel Araştırma Makalesi Yazma Seminerine kabul edildiğimi öğrendim. Hayat bu işte, bir yerden sizi zorlarken öbür taraftan bir sürpriz karşınıza çıkarıp umutlarınızın yeniden yeşermesini sağlayabiliyormuş. 4 gün boyunca sabahtan akşama kadar üniversitede bu seminere gittim, çıkışlarında kütüphaneye gidip birkaç satırda olsa yazmalıyım diyerek çalışma moduna girdim, sabah 8de çıktığım evime akşam 10da döndüm. Hayatı araştırma verileri olarak görmeye başladığımı fark ettim. Niteliksel araştırma yapmanın sırrının detaylarda saklı olduğunu anladım ve bu kadar detay arasında nefes alamadığımı hissettim. Kursun sonunda fark ettim ki niteliksel araştırma aslında hayatın ta kendisi, sadece herkes biraz daha iyi anlayabilsin diye daha organize edilmiş bir halde sunuluyor önümüze hayatın bir yüzü… Ve işte tam da bu yüzden niteliksel araştırma yapan bir araştırmacı olmak istediğimi kavradım.

Kurs bitti, taşınma sürecim başladı. Tam oh be artık huzura ereceğim, yeni evimde yeni bir hayata başlayacağım, kâbuslar bitiyor derken taşınmak için eşyalarımı toparlarken acı bir gerçekle yüzleştim: evi paylaştığım kişiler video kameramı, fotoğraf makinamı, netbookumu çalmışlar. Önce bünyem inanmak istemedi. Daha sonra acı gerçeği kabullenip polisin yolunu tuttum. 29 senelik hayatımda ilk defa Barselona’da polise yolum düştü. Çaldıklarına %100 emin olduğum halde ispatlayamamak, bir de yabancı bir ülkede yabancı bir dille hakkımı aramaya çalışmak… Kendimi o kadar güçsüz hissettim ki… Giden şeylerin maddi kaybına mı yanayım, içlerinde bulunan ve yedekleri olmayan araştırma verilerimin, emeklerimin, zamanımın, enerjimin gittiğine mi karar veremedim. Sonra kendime kızdım, neden çekimleri yaptıktan sonra hemen yedeklemedim yine hayıflandım. Polis biran önce o evden çıkmam gerektiğini söyleyince 3 günde taşınmayı planlarken bir günde apar topar eşyaları yeni eve attık. (Bu süreçte yanımda olan insanlara da blogum aracılığıyla tekrar teşekkür etmek istiyorum: Çağlar Birinci, Alice Piscitelli ve Neba Piscitelli… Sizlerin hakkını ödeyemem). Yeni evime ancak Şubatın ilk haftası girebileceğim için arada yaklaşık 1 hafta bana kucak açan kötü gün dostlarımın yanında kaldım. Bu karmaşalar olurken makale teslimime sadece 4 gün kalmıştı ve ben sadece metodoloji ve bulgular kısmını yazmıştım. Literatür taramasını yazmaya başlarken fark ettim ki giden netbookumun içinde literatür özetim de varmış… Son 1 gün kala giriş ve literatür kısmını yazmak demek mucize yaratmak demek değil aslında. İşin sırrını bilmek gerekiyor. Önceden yazılmış ödevlerden konuyla ilgili cümleleri bulup kırpıp biçerek yeni bir bütünlük yaratmak en kısa çözümlerden biri oldu o an için… Tabii ki kusursuz bir ürün olmadı, bilimsel bir dergiye göndermeye yüzüm olmazdı ama kongre sunumu olduğu için mükemelliyetçilikten bu seferlik vazgeçtim. Başıma gelen bunca şeye, yaşadığım psikolojik çöküntüye, kaybettiğim bilgilere rağmen 31 Ocak’ı 1 Şubat’a bağlayan gece 3 saat gecikmeyle makalemi gönderdiğim andaki rahatlama ve başarma duygusunu size kelimelerle ifade edemem.

Şubat ayı geldi, yeni evime yerleştim ve huzuru buldum. Peki ders çalışmaya dönebildim mi? Henüz hayır. En azından tüm aksiliklere rağmen Kasım sonu başladığım ve Aralık sonu bitmiş olması gereken pilot projemin veri toplama aşaması Şubat sonu bitti. Pilot projemi yaptığım okula kabul edilme sürecinde yaşanan e-mail trafiğinin aldığı zamanı size anlatsam inanamazsınız. İspanyolların nasıl koordine olamadıklarının örneğini yaşadım. “Şu gün toplantıya gelelim, o gün olmaz, peki ne zaman gelelim, siz ne zaman gelmek istiyorsunuz”lardan oluşan tek satırlık e-mailler sonrasında toplantı tarihi almamız 1 ay sürdü. Şimdi buna benzer bir e-mail trafiği de esas araştırmama konu olacak 2 okul ile yaşanıyor. Normalde Mart ortası gibi girmem gerekirken nisan sonu girersem mucize olacak gibi görünüyor. Bu durumda da temmuzda araştırma verileri toplama işi biter ben de İstanbul’a dönerim planları yine flulaşıyor.

Pilot proje maceralarımı aslında uzun uzadıya paylaşmak isterdim, ama şimdilik bu pek mümkün görünmüyor. Şu kadarını söyleyebilirim ki eğitim alanında çalışan bir araştırmacı olarak alana veri toplamak için girmek öğretmenler tarafından bir tehdit olarak algılanabiliyor ve sağlıklı bir veri toplama süreci için öğretmenlerin güvenini kazanmak gerekiyor. Öğretmenlerden sonra sıra çocukları kazanmaya geim, ama şimdilik bu pek mümkün görünmüyor. Şu kadarını söyleyebilirim ki eğitim alanında çalışan bir araştırmacı liyor ki bence bu işin en zevkli kısmı. Haftada 1-2 kere gittiğim okulda öğretmenler ismimi doğru söyleyemezken bahçeye girmemle beraber çocukların ismimi bağırarak etrafımda toplaşmalarını görmek beni çok mutlu etti. Araştırmacı kimliğiyle bulunduğum ortamda onlardan sık sık enerji depoladım. Çocuklar neden Barselona’da olduğumu bana hatırlattı. Tüm umudumu yitirdiğim anda hayallerimi yaşatmamda bana yardımcı oldular. Mutsuz olduğum anlarda içimi ısıttılar…

Ocak ve şubat işte böyle geçti… Mart ayını ders çalışma ayı ilan ettim. Ve itiraf ediyorum: Bugün 4 Mart 2011 ve ben en son ne zaman ders çalıştığımı hatırlamıyorum. Artık hayatımı doktora öğrencisi standartlarına sokmam gerekiyor. Pilot projemin verileri analiz edilmek için beni bekliyorlar, ben de analize başlamak için Atlas.ti öğrenmeyi. Mart sonunda İspanya’nın Valladolid şehrinde VI Congreso Internacional de Psicología y Educación /III Congreso Nacional de Psicología y Educación psikoloji ve eğitim kongresine bir sunumla katılacağım. Temmuz başında İstanbul’da yapılacak olan 12. Avrupa Psikoloji Kongresi’nde sözlü sunum yapmak için kabul almanın sevincini ve gururunu yaşıyorum. Bu kongrede araştırma grubumun 2 sene süren araştırmasını sunacak olmanın da getirdiği sorumluluğa yakışır bir sonuca ulaşmak istiyorum. Çalışmam lazım, çok çalışmam lazım...

Her gün aklıma yeni bir araştırma fikri geliyor. Bu fikirlere hayat vermek için düzenli bir hayata, zamanı verimli bir şekilde yönetmeye ama en çok da kendime ihtiyacım var...

Unutmayın, doktora yapmak bir süreç, hem de öyle bir süreç ki inişleri çıkışlarından daha fazla. Bir yandan hayat sizin önünüze çıkıp yolunuzu tıkay

abilirken öteki taraftan küçük başarılarla mutlu olmaya, araştırma verilerinizden enerji almaya çalışmanızı öneririm. Bir önceki yazımda aşk aşk dedim, bu yazımı da araştırma yapmak aş

kların en güzeli, makalelerle duygusal bağ kurmak ise aldatmayan tek ilişki diyerek bu yazımı sonlandırıyorum...