Bu yazı itiraflar serisinin gecikmeli gelen ikinci yazısı. Nisan ayı itibariyle hayatı gecikmeli yaşamaya başladığımı hissediyorum. Doktora süreci ile ilgili hayal kırıklıklarımın sonu gelmiyor. Her gün “Dün doktora için ne yaptın? Peki ya bugün ne yapacaksın?” sorularıyla güne başlıyorum. Havanın dengesizlikleri, karanlık ve gri günlerin getirdiği baş ağrıları sonrasında sıcak günler ve yüksek nem oranının eseri olan yorgunlukların eseri olan bir bıkkınlık, bir tembellik süreci sonunda genelde bu soruları cevaplamaya yüzüm olmuyor. Resmi olarak doktoradaki ilk senem bitti. Herkes tatile girdi. Bense 1 sene boyunca bir arpa yolu ilerleyememiş olmamın utancıyla temmuz ayı itibariyle kendimi toparlamaya ve her türlü dış etkene rağmen bir şeyler üretmeyi hedefledim. Bu yüzden en azından ağustos başına kadar tatildeyim demeyi reddediyorum.
Birinci yazımla ikinci yazım arasında vukuu bulan en önemli olay şüphesiz hem tez danışmanımdan hem de araştırma grubu koordinatörü olan hocamdan sağlam bir ayar yemem oldu. İkisi de çok benzer şeyler söyledi. 1 sene geçti, sen hala yüksek lisans tezinde verdiğin öneriyi ileriye götürmemişsin. Araştırmana odaklan. Hatta tez danışmanım eleştiriyi bir adım daha öteye götürüp “Seneye günde sekiz saatini teze vermelisin. Yoksa sakız gibi uzayıp gider, hiç bitmez. Önceliklerini belirle ve ona göre hareket et. Başka bir iş yapma. Sadece tezine odaklan.” dedi ve beni vicdani hesaplar yapmaya yöneltti. İtiraf etmeliyim ki bu konuşmayı onunla yaptığım günden beri doktorayı bıraksam mı diye düşünüyorum. Bir yandan doktorayı bırakmak en kolay çözüm olur diye düşünürken öbür yandan böyle bir kararı kişisel bir yenilgi olarak kaydedecek belleğimle gelecekte barış yapabilir miyim emin olamıyorum. Piyasada hak etmeden doktora programlarına giren, para ile tez yazdıran insanların varlığını bilmeyen yoktur sanırım. Onlar bile bu unvanı taşırken bitirebilecek kapasiteye sahipken pes etmeyi kendime yakıştıramıyorum. Kendime yakıştıramıyorum demişken, geçen gün kendime bir şeyi daha itiraf ettim sonunda. Doktorayı burssuz yapmayı bünyem kaldırmıyor. Burssuz olmamın suçlusu ise maalesef T.C. pasaportu taşıyor olmam (Ben geldiğimden beri hiçbir bursa başvurmadım açıkçası. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği burslara da başvurmayı kişisel prensiplerimden dolayı reddediyorum. Belki de pasaportunu taşıdığım ülkeyi suçlamamalıyım ama Latin veya AB vatandaşı olsam inanıyorum ki burs olasılıklarım artacaktı. En azından İspanya sınırları içersinde bu böyle). Aynı bölümde doktora yapan Latin arkadaşlarım genelde devletlerinden özelde İspanya’nın Latinler için özel olarak açtığı burslardan yararlanıyor. Hocama bu rahatsızlığımdan bahsettiğimde bana dedi ki “Ben, bizim anabilim dalında burslu doktora yapan birini tanımıyorum. Ben burssuz yapmıştım. Yarın tez savunması yapacak kişi de burssuz bitirdi. Malum kriz de var. Burs bulmak çok zor. Ailenden destek istemelisin.” Bu yorumu ile beni bir tür karamsarlığa itti. Burs yok diyor, bunun üstüne başka bir işte çalışma sadece tezine odaklan diyor. Bu değirmenin suyu hazır parayla dönmeye ne kadar daha dayanır bunu hiç sorgulamıyor. Bana da sadece Allah babama sağlık sıhhat versin demek kalıyor. Ama bir yandan da vicdani hesaplar yakamı bırakmıyor. Ülke, şehir, üniversite değiştirmeye enerjim kalmadı. Yoksa kendimi kabul ettirebileceğimi düşündüğüm bir iki ülkenin üniversitelerine yazmayı da düşünürdüm…Hayal kırıklıklarım 3 ay gecikmeli gelen ayar dolu geri bildirimler ve bu burs muhabbetiyle sınırlı değil. Nisan ayında bir konferans için Türkiye’deydim. Orada ilk uluslar arası sunumumu yaptım. Sunduğum makale de şimdi yayın aşamasında. Ama bu danışmanımın gözünde bir başarı sayılmaktan çok uzakta. Neyse bunu geçtim. Mayıs başında pilot çalışmaya başlayacağız diye heyecanla döndüm. Hocam okulları ayarlayacağım diyip ayarlamadı. Bende de kabahat yok değil, pilot çalışma yapacağız, nisan sonu olmuş elimde ne kategoriler var, ne görüşme senaryosu. Ama olay suçlu aramaya gelince malum suç her zaman öğrencinindir. O yüzden boynum kıldan ince (!). Mayıs ayı geçti, okullar 22 Haziranda kapanacak. Haziranın ilk haftası hocamla Allah için güzel, verimli bir toplantı yaptık. Ertesi gün okulları arayacağını söyledi. Ertesi gün okulların hazır olup olmadığını sorduğumda aramadım henüz dedi. Böylece okullar kapanmadan pilot proje yapmak yalan oldu. 20 eylülde tez önerisi sunumu yapmak için komisyona gireceğim. Bakalım beni daha ne sürprizler, ne hayal kırıklıkları bekliyor.Bu itiraf yazım daha çok kişisel süreçleri içerdi. Genelde hayal kırıklıklarından bahsettim. Ancak tabii ki olumlu şeyler de yok değil. Mesela artık tezimde ilerlemek için nereden başlamam gerektiğini biliyorum. Önceden ulaştığım bilgileri sistematik bir hale getirmeye başlayabildim. Yazmaya başlamadan önce aklımda daha çok metodolojik açıdan yaşadığım kararsızlıkları, okuduğum kaynakçaları düzenleme yöntemini sonunda öğrendiğimden, kaynakçaya ulaşma yöntemleri ile ilgili verilen 3 günlük seminerden falan bahsetmek vardı. Ama kusura bakmayın, bu birkaç ayda çok dolmuşum. Bu konulara artık 3. İtiraf yazımda değinirim. O yazıma kadar siz bloğumun sağ çerçevesinde yer alan Eğitim ve Yaşamla İlgili Bağlantılar başlığı altından Online Kütüphanem: E-Kitaplarım linkini tıklayarak google kitaplıktaki kitap raflarımı görebilirler. Bu kitaplar tezimde kaynakça olarak kullanmayı umduğum ve arşivimde var olan kitaplar. İlginizi çeken kitap olursa bir mesaj bırakın. Boyutu çok büyük değilse e-maille size ulaştırmaya çalışırım. Boyutu büyükse, bir sonraki yazıda bu kitaplara nasıl ulaştığımı anlatmayı planladığım yazımı bekleyin.
Yazımı bitirirken kıssadan hisse söylemek istediğim şudur: Tembel olmayın, işlerinizi son dakikaya bırakmayın. Hayal kırıklıklarına karşı zırhlarınızı kuşanın. Danışmanız düzensiz, disiplinsiz ise sakın onu örnek almayın. Doktoranın bir maraton olduğunu unutmayın. Bu uzun soluklu koşuyu bitirebilmek için öz disiplini ve düzenli, planlı, programlı olmayı gerektirdiğini aklınızdan çıkarmayın. Son olarak da, eğer gerçekten akademisyen olmak istemiyorsanız, idealist değilseniz, geç olmadan doktorayı bırakın. Doktor unvanı ile gelecekte sağlamayı düşündüğünüz bir kişisel tatmin varsa, bunu elde edene kadar çektiğiniz çilelere, yaşadığınız streslere değmeyebilir. Hayat güzel. Dışarı çıkın bir iki tur atın. İnsanların arasına kaynaşın…
Herkese iyi yazlar…
Bir Doktor Öğrencisinin İtirafları Yazı Dizisinin 3. Yazısını Okumak İçin Tıklayın...
Birinci yazımla ikinci yazım arasında vukuu bulan en önemli olay şüphesiz hem tez danışmanımdan hem de araştırma grubu koordinatörü olan hocamdan sağlam bir ayar yemem oldu. İkisi de çok benzer şeyler söyledi. 1 sene geçti, sen hala yüksek lisans tezinde verdiğin öneriyi ileriye götürmemişsin. Araştırmana odaklan. Hatta tez danışmanım eleştiriyi bir adım daha öteye götürüp “Seneye günde sekiz saatini teze vermelisin. Yoksa sakız gibi uzayıp gider, hiç bitmez. Önceliklerini belirle ve ona göre hareket et. Başka bir iş yapma. Sadece tezine odaklan.” dedi ve beni vicdani hesaplar yapmaya yöneltti. İtiraf etmeliyim ki bu konuşmayı onunla yaptığım günden beri doktorayı bıraksam mı diye düşünüyorum. Bir yandan doktorayı bırakmak en kolay çözüm olur diye düşünürken öbür yandan böyle bir kararı kişisel bir yenilgi olarak kaydedecek belleğimle gelecekte barış yapabilir miyim emin olamıyorum. Piyasada hak etmeden doktora programlarına giren, para ile tez yazdıran insanların varlığını bilmeyen yoktur sanırım. Onlar bile bu unvanı taşırken bitirebilecek kapasiteye sahipken pes etmeyi kendime yakıştıramıyorum. Kendime yakıştıramıyorum demişken, geçen gün kendime bir şeyi daha itiraf ettim sonunda. Doktorayı burssuz yapmayı bünyem kaldırmıyor. Burssuz olmamın suçlusu ise maalesef T.C. pasaportu taşıyor olmam (Ben geldiğimden beri hiçbir bursa başvurmadım açıkçası. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği burslara da başvurmayı kişisel prensiplerimden dolayı reddediyorum. Belki de pasaportunu taşıdığım ülkeyi suçlamamalıyım ama Latin veya AB vatandaşı olsam inanıyorum ki burs olasılıklarım artacaktı. En azından İspanya sınırları içersinde bu böyle). Aynı bölümde doktora yapan Latin arkadaşlarım genelde devletlerinden özelde İspanya’nın Latinler için özel olarak açtığı burslardan yararlanıyor. Hocama bu rahatsızlığımdan bahsettiğimde bana dedi ki “Ben, bizim anabilim dalında burslu doktora yapan birini tanımıyorum. Ben burssuz yapmıştım. Yarın tez savunması yapacak kişi de burssuz bitirdi. Malum kriz de var. Burs bulmak çok zor. Ailenden destek istemelisin.” Bu yorumu ile beni bir tür karamsarlığa itti. Burs yok diyor, bunun üstüne başka bir işte çalışma sadece tezine odaklan diyor. Bu değirmenin suyu hazır parayla dönmeye ne kadar daha dayanır bunu hiç sorgulamıyor. Bana da sadece Allah babama sağlık sıhhat versin demek kalıyor. Ama bir yandan da vicdani hesaplar yakamı bırakmıyor. Ülke, şehir, üniversite değiştirmeye enerjim kalmadı. Yoksa kendimi kabul ettirebileceğimi düşündüğüm bir iki ülkenin üniversitelerine yazmayı da düşünürdüm…Hayal kırıklıklarım 3 ay gecikmeli gelen ayar dolu geri bildirimler ve bu burs muhabbetiyle sınırlı değil. Nisan ayında bir konferans için Türkiye’deydim. Orada ilk uluslar arası sunumumu yaptım. Sunduğum makale de şimdi yayın aşamasında. Ama bu danışmanımın gözünde bir başarı sayılmaktan çok uzakta. Neyse bunu geçtim. Mayıs başında pilot çalışmaya başlayacağız diye heyecanla döndüm. Hocam okulları ayarlayacağım diyip ayarlamadı. Bende de kabahat yok değil, pilot çalışma yapacağız, nisan sonu olmuş elimde ne kategoriler var, ne görüşme senaryosu. Ama olay suçlu aramaya gelince malum suç her zaman öğrencinindir. O yüzden boynum kıldan ince (!). Mayıs ayı geçti, okullar 22 Haziranda kapanacak. Haziranın ilk haftası hocamla Allah için güzel, verimli bir toplantı yaptık. Ertesi gün okulları arayacağını söyledi. Ertesi gün okulların hazır olup olmadığını sorduğumda aramadım henüz dedi. Böylece okullar kapanmadan pilot proje yapmak yalan oldu. 20 eylülde tez önerisi sunumu yapmak için komisyona gireceğim. Bakalım beni daha ne sürprizler, ne hayal kırıklıkları bekliyor.Bu itiraf yazım daha çok kişisel süreçleri içerdi. Genelde hayal kırıklıklarından bahsettim. Ancak tabii ki olumlu şeyler de yok değil. Mesela artık tezimde ilerlemek için nereden başlamam gerektiğini biliyorum. Önceden ulaştığım bilgileri sistematik bir hale getirmeye başlayabildim. Yazmaya başlamadan önce aklımda daha çok metodolojik açıdan yaşadığım kararsızlıkları, okuduğum kaynakçaları düzenleme yöntemini sonunda öğrendiğimden, kaynakçaya ulaşma yöntemleri ile ilgili verilen 3 günlük seminerden falan bahsetmek vardı. Ama kusura bakmayın, bu birkaç ayda çok dolmuşum. Bu konulara artık 3. İtiraf yazımda değinirim. O yazıma kadar siz bloğumun sağ çerçevesinde yer alan Eğitim ve Yaşamla İlgili Bağlantılar başlığı altından Online Kütüphanem: E-Kitaplarım linkini tıklayarak google kitaplıktaki kitap raflarımı görebilirler. Bu kitaplar tezimde kaynakça olarak kullanmayı umduğum ve arşivimde var olan kitaplar. İlginizi çeken kitap olursa bir mesaj bırakın. Boyutu çok büyük değilse e-maille size ulaştırmaya çalışırım. Boyutu büyükse, bir sonraki yazıda bu kitaplara nasıl ulaştığımı anlatmayı planladığım yazımı bekleyin.
Yazımı bitirirken kıssadan hisse söylemek istediğim şudur: Tembel olmayın, işlerinizi son dakikaya bırakmayın. Hayal kırıklıklarına karşı zırhlarınızı kuşanın. Danışmanız düzensiz, disiplinsiz ise sakın onu örnek almayın. Doktoranın bir maraton olduğunu unutmayın. Bu uzun soluklu koşuyu bitirebilmek için öz disiplini ve düzenli, planlı, programlı olmayı gerektirdiğini aklınızdan çıkarmayın. Son olarak da, eğer gerçekten akademisyen olmak istemiyorsanız, idealist değilseniz, geç olmadan doktorayı bırakın. Doktor unvanı ile gelecekte sağlamayı düşündüğünüz bir kişisel tatmin varsa, bunu elde edene kadar çektiğiniz çilelere, yaşadığınız streslere değmeyebilir. Hayat güzel. Dışarı çıkın bir iki tur atın. İnsanların arasına kaynaşın…
Herkese iyi yazlar…
Bir Doktor Öğrencisinin İtirafları Yazı Dizisinin 3. Yazısını Okumak İçin Tıklayın...