Escuela Bressol "Espronceda" Barselona'ya trenle yaklaşık yarım saat uzaklıkta bulunan uydu şehir niteliğindeki Sabadell şehrinin güneyinde yer alan bir 0-3 yaş okulu (sanırım Türkiye'deki eş değeri kreş). Bu bölgenin özelliği yabacıların-göçmenlerin- yerleşim bölgesi olması. Bu nedenle okuldaki öğrenci profili de Birleşmiş Milletler gibi.
Bugün (22.05.2009) bu sene 3. gerçekleşen aileler gününe izleyici olarak katılma şansı buldum. Okulun müdüresi araştırma stajımı yaptığım ekibin bir üyesi, hem stajımın bir parçası olması hem de veliler ve çocukların etkileşimleri hakkında biraz daha fikir sahibi olabilmem için beni bu etkinliğe çağırdı. Daha önceden de okulu ziyarete gitmiştim iki kere, ancak ziyarete gittiğimiz saatlerde velileri görme fırsatımız olmamıştı. Bu nedenle bu etkinlik bana çok kültürlülüğü tam anlamda yaşatma olanağı sağladı.
3 senedir gerçekleşen bu etkinliğin ortaya çıkış nedeni aslında çok kültürlülüğü kutlamak, bunu bir zenginlik olarak tanımak ve kültürel farklılıklara karşı bilinçlendirmek değil. Değişen toplum dinamikleri sonucunda (özellikle de Katalunya'da ki yüksek boşanma oranları yüzünden olduğunu tahmin ediyorum, ancak buna eşcinsel ebevenyleri de katabiliriz sanırım. 2 annesi olan bir çocuğun babalar gününde yaşayabileceği psikolojik karmaşayı tahmin etmek güç olmaz.) çekirdek aile modelinin artık tek model olmaması, bu yüzden sadece anneler veya sadece babalar gününün toplumsal gerçeklere çok da uymaması yüzünden daha aile kavramını daha geniş anlamda ele alarak aileyi oluşturan bir araya getirecek bir etkinlik olarak düşünülmüş ve geleneksel olarak senede 1 kez kutlanmaya başlanmıştır. Okulun bulunduğu bağlama uygun olarak da farklı kültürlerden gelen aileler için bir etkileşim ortamı da sağlanmış. Veliler farklılıklarıyla tam anlamıyla bir renk cümbüşü oluşturmuştu. Ülkeleri bir gökkuşağı olarak düşünmek istersek, gökkuşağını oluşturan renkler arasında Ekvatorlular, Faslılar, Bolivyalılar, Gambiyalılar, Romenler, Ukraynalılar, Katalanlar, İspanyollar, Malililer, Burkina Fasolular ve daha saymayı unutmuş olabileceğim bir çok millet vardı.
Cuma günü saat 15:45-17:15 arası gerçekleştirilen etkinlikteki katılımcılar arasında fazla sayıda baba görmek babaların çocuklarının yaşamlarında ortak sorumluluk kabul ettiklerinin bir göstergesiydi bence. Özellikle 0-3 yaş çocuklarının eğitimlerinde geleneksel cinsiyet rollerinin atfettiği üzere genellikle annelere daha fazla sorumluluk yüklenir. Ancak gerçekte babaların okul öncesi çocukların eğitim sürecine katılmaları onların ileriki yaşlarda olumlu baba modeli edinmeleri açısında çok önemlidir. Her ne kadar Türkiye'deki babaların çalışma koşulları İspanya'daki babaların çalışma koşullarına nazaran babaların katılımını zorlaştırsa da bence gerekli politik/yasal düzenlemeler yapılırsa (burada iş sanırım sosyal güvenlik ve çalışma bakanlığına iş düşüyor) Türk babalar da bu etkin rolü benimsemek için çaba harcarlar diye düşünüyorum (ya da düşünmek istiyorum.)
Dikkatimi çeken diğer bir konu da katılımcı veliler arasında koltuk değnekli, bedensel özürlü velilerin olmasıydı. Kapsayıcı eğitimin üzerinde odaklandığı bir konu da aile bireylerinin çocuklarının eğitim süreçlerine aktif olarak katılımlarını sağlamak için her türlü bariyeri kaldırmaktır. Dolayısıyla okullar her profildeki veliyi dikkate almalı ve onların bireysel ihtiyaçlarına cevap vererek onları rahat hissettirmelidirler. Mesela iki-üç katlı asansörsüz anaokullarına tekerlekli sandalyeli bir velinin çocuğunu sınıfına rahatça çıkıp girmesi biraz ütopik geliyor. Ya da "diğer veliler acaba benim özürlü olmamdan dolayı beni küçümser mi, bana acır mı" psikolojisi de katılımı engelleyen başka bir faktör olabilir. Dolayısıyla veli profilini iyi analiz edip gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Etkinlik süresince yapılan çalışmalar ve gösterilere değinecek olursam, kültürlerarası etkileşimdense (interculturalism) çok kültürlülüğün (multiculturalism) yansıtıldığını gördüm. Bu yazımda ikisinin arasındaki farklılığa detaylı değinmek istemiyorum (bu başlı başına 1-2 yazı konusu olabilir). Sadece kapsayıcı eğitimin kültürlerarası etkileşimi hedeflediğini ve bunun için de interaktif ortamlar yaratılması gerektiğini söyleyerek aktivite resimlerine geçeyim:
Faslı veli ülkesine özgü olarak isteyenlerin bedenlerine kına ile desenler çizerek, Afrika'nın çeşitli ülkelerini temsil eden veliler saçları yünlerle örerek ülkelerinin yüzlerce özelliklerinden birini tanıtırlarken (aslında bir özelliğin öne çıkarması exoticismi vurgulama tehlikesini de taşıyorlar, bu yüzden bu tip etkinlikler planlanırken eğer kültürlerarası olma amacı güdülüyorsa daha dikkatli olmakta fayda var), pirinçten top yapma köşesi ve resim çizme köşesi çocukların en fazla talep gösterdikleri yerlerdi.
Kültür tanıtımlarının olmazsa olmazı yemek masası zamanı tabii ki bu etkinlikte de vardı ve masalar da ortamın renkliliğini tam anlamıyla yansıtıyordu.
Aile gününün ortasında ve sonunda ise dans gösterileri yer aldı. Bu gösteriler bence iki anlamda önem taşıyordu.
1) İki dans da Ekvator kökenliydi. Ekvatorlular Barselona ve çevresinde yaşayan sayıca en fazla olan göçmen grup (Almanya'daki Türkler gibiler bir bakıma). Yerel halk tarafından fazlasıyla hor görülen bir gruba dahil olmanın yükünü günlük yaşamda kuşkusuz yoğun olarak hisseden bir grup (Örnek: geçen sene trende seyahat eden Ekvatorlu genç bir kıza durup dururken ırkçı sözlerle tekme tokat girişmişti bir Katalan ve aynı vagonda seyahat eden kimse olaya müdahale etmemişti.) Bu nedenle dans gösteriyle Ekvatorlular bir nevi "Biz burdayız, kendi kültürümüzle sizin hayatlarınıza renk katıyoruz" etkisi yarattılar.
2) Tüm günün kültürlerarası olma kriterine en çok yaklaşan etkinliğine kapanıştaki Ekvator dansı olmasıydı (Ekvator dansı olarak başlayan dans veliler, çocuklar ve öğretmenlerden oluşan tren ile bitti, böylece farklı kültürler birleşerek yeni bir tren biçimi ortaya çıkardılar: kimileri belden tutarken, kimileri el ele tutuşuyor, bazıları başka kimseyle bedensel temasa girmeden trenin bir paçası olmuştu.)
Bu blogumu iki küçük anektod ile kapatmak istiyorum. Gözlemci olarak katıldığım bu ortamda 1 Romen 1 de Faslı anne ile konuşma fırsatı yakaladım. Romen anneyle sohbete Romence Merhaba nasıl dersiniz diye başladım, çocuğa kendi dilinde merhana dedikten sonra bir de hola dedim. Bunun üstüne annesi dedi ki çok sık kullanılan basit kelimeleri biz de kendi aramızda ispanyolcalarını kullanıyoruz. O yüzden o sizi Hola derseniz daha kolay anlar, ancak tabii ki evde onunla Romence de konuşuyoruz diyerek de çocukların nasıl çok dilli bir ortamda yaşadıklarını ifade etmiş oldu (Okulda Katalanca, Dışarda İspanyolca, Evde Romence ve bu çocuk daha 2 yaşında bile değil!). Türk olduğumu duyunca Romanya'da çok fazla Türk etkisi olduğundan bahsetti (ki yemek masasında dolmaların üzerinde Romania yazdığını görünce ne demek istediğini çok daha iyi anladım). Ben Romanya'ya gidip Avrupa Birliği'nin etkisini görmek istediğimi söylediğimde ise, bir şey değişmedi çünkü A.B.'ye girmiş olsak da mantalite aynı diyerek gayet olumsuz bir yüz ifadesiyle değişimden çok da umutlu olmadığını özetledi. Bununla beraber hem kendisinin hem de oğlunun giydiği yerel kıyafetten de Romanyalı olduğunu ifade etmekten gurur duyduğu belliydi.
Faslı anne (bkz: Yukarıdaki Kına Fotoğrafı) elime kına ile desen çizerken ettiğim sohbet ise benim için ayrı bir anlam taşıyordu. Gelecek sene çalışmaya başlayacağım doktora konumun hedef popülasyonu olarak seçmeyi düşündüğüm profildeki bir anne ile ilk etkileşimimdi. Türk olduğumu söyledikten sonra evde hangi dilde konuştuklarını sordum (çünkü Faslıların hepsi arapça konuşmuyor, berberiler Amazig konuşuyorlar) dışarda İspanyolca konuştuklarını söyledi. Ben de bunun üzerine Arapça bilmediğimi, ama Türkçe ile ortak kelimeler olduğunu söyledim ve Arapça öğrenmek istediğimi dile getirdim. Bunun üzerine bana istersem arapça gösterebileceğini söyleyince çok mutlu oldum.
Ortak kelimeler dışında bir ortak yanımız da dizilere olan düşkünlüğümüz çıktı. Şu an iki türk dizisi takip ediyormuş (biri Nour adıyla yayınlanan Gümüş, diğer de Esmer adıyla yayınlanan bir dizi ama hangisi çıkaramadım). Gümüş'ü hiç kaçırmadan izlediğini söyledi ki içimden demek ki gazetelerin magazin ekinde çıkan "Gümüş Arap Dünyasını Fethetti" haberleri yalan değilmiş dedim. Küçücük oğlunun adı da Eyüp'müş. Ben de ismini duyunca biraz Eyüp Sultan Camii'nden bahsetmeye çalıştım. Kısacık muhabbetimiz sonrasında kendimi Fas kültürüne çok daha yakın hissettim ve bu kültürü evinde yaşatan annelerin ve çocuklarının içinde yaşadıkları kültüre kendilerini kabul ettirerek (ki Faslılar da Çingenelere ve Ekvatorlular gibi fişlenmiş durumda) uyumlu bir ortamda yaşayabilmelerine katkıda bulunabileceğimi hissettim.
Yaklaşık 1,5 saat süren "Aile Günü" beni hem mutlu etti, hem motive etti hem de merakımı arttırdı. Daha fazla okumalıyım, daha fazla gözlem yapmalıyım, daha fazla insanla konuşarak içinde yaşanılan bağlamı daha iyi tanımalıyım.
Yani bana durmak yok yola devam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder