Sizi bilmem ama ben güne oyunla başlıyorum. İster bağımlılık diyin isterseniz el alışkanlığı gözümü açar açmaz İpad'imi elime alır ve 1 el Candy Crush oynarım. Aynı şekilde işe giderken bindiğim deniz otobüsünde, iş sırasında kafamı dağıtmak için, eve dönerken metrobüs yolculuğu sırasında da oynarım. Candy Crush sayesinde gördüm ki "practice makes it perfect" ya da "her oyunda başarılı olabilirsin yeter ki ısrarcı ol, vazgeçme, denemekten yorulma, yenilmekten korkma."
Çocukluğuma geri döndüğümde ne kadar şanslıymışım diyorum. Evimizin bahçesinde, ayva ve incir ağacının altında, mahalle ortamının sıcaklığında abimin arkadaşlarıyla misket oynayarak, kendi arkadaşlarımla barbi bebeklerimize elbise dikerek büyüdüm. Sokağımızın sonunda küçük de olsa bize yeten bir oyun parkımız bile vardı. Henüz anne ve babalarımızın akademik kaygıları yüzünden oyun saatlerimizin tehlikeye girmediği dönemlerdi.
Ve yıllar geçti...
Abim deliler gibi bilgisayar oyunlarına kaptırdığı yıllarda ben de sanırım kendimi kitaplara kaptırdım. Zira bahçeli evimizden taşındıktan sonra orta okul yıllarım sırasında neler oynadığımı hatırlamıyorum. Günler ev-yol-okul-ders çalışmak arasında geçti. Yaz tatillerinde bir ara King'e ve Batak'a sardığımızı hatırlıyorum. Lise yıllarımın son yılında 4-5 kişilik grubumuzda Taboo oynamak en keyif aldığımız şeydi. Üniversitede arada dart ve bilardo oynardık. Şimdi bakıyorum da büyüdükçe ne kadar da renksizleşmiş oyun hayatım.
Oyunun gücüne inanmaya başlamam Council Of Europe'un bünyesindeki Democratic Leadership Programme sırasında aldığımız informal öğretim tekniklerini kullanan eğitimler sırasında oldu. Daha sonra çocukların oyunlarını izlemeye ve anlamaya başlayınca oyun bünyemde bir tutku haline geldi. Çocuklara İngilizce öğretirken hep oyunu kullandım. Doktora tezim de malum oyunla öğrenme üzerine. Bir yandan da oyun terapistliğine başladım. Fırsat bulduğum ya da denk geldiğim ortamlarda genellikle oyun oynayanları gözlemlemeyi tercih etsem de çocuklarla oyun oynamaktan inanılmaz keyif aldığımı bir gün beni oyun oynarken görürseniz anlarsınız.
Bugün, 28 Mayıs, Dünya Oyun Oynama Günü dolayısıyla oyun tutkumu sizlerle paylaşmak istedim. Eğer siz de benim bu tutkumu paylaşıyorsanız bu yazıyı okuduktan sonra bugün ne oynadığınızı yazmanızı rica edeceğim...
Dünya Oyun Oynama günü Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 31. maddesinin savunucuları tarafından büyük bir neşeyle kutlanır. Bu madde özetle şöyle der: Boş zamanlarımı değerlendirmem, oynamam, eğlenmem için çocuk bahçeleri, çocuk kulüpleri, kitaplıklar, spor okulları açılır. Her çocuk böyle faaliyetlere özendirilir. Bunlardan yararlanmak hepimizin hakkıdır.
İstanbul'da bu günü kutlamak için sahiplenen kurumların ağırlıklı olarak Okul Öncesi Eğitim ile bağlantılı olduğunu gözlemlediğimde oyunun akademik kaygılara yenik düştüğü sonucuna vardım. İşte sırf bu yüzden Dünya Oyun Oynama gününü bence çocuklar kadar yetişkinler de sahiplenmeli.
Bu sene Marmara Üni. Atatürk Eğitim Fak. Okul Öncesi Eğitim Bölümü ile mezunu olduğum lisemin ortaklaşa organize ettikleri etkinliği görünce çok heyecanlandım. Ama maalesef mesai derdi yüzünden bu etkinlikleri izleyemedim. Umarım seneye yakalarım. Siz de gelecek sene dünya oyun oynama gününün bir parçası olmak isterseniz Mar. Üni.'yi takip edin.
Her ne kadar 28 Mayısta olmasa da dünyanın önde gelen Oyun Uzmanlarıyla 4 gün boyunca aynı havayı soluyarak ve oyunlar oynayarak geçirdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. IPA World Conference 2014 sırasında benim için çok önemli yerleri olan oyun uzmanı Theresa Casey ve Sosyo-Kültürel Kuram temelinde oyun üzerine çok önemli araştırmalar yapmış Prof. Dr. Artin Göncü hocam ile tanışmak benim için önemli iki hayalimin gerçekleşmesi demekti.
Konferansta IPA İspanya'yı temsil ettim ve iki sunum yaptım. İlk sunumum "Kriz zamanında Dünya Oyun Oynama Günü'nü Kutlamak: İspanya Dosyası" başlığını taşıyordu. Sunumum ağırlıklı olarak katalanca görsellerden oluştu. Nasıl bir şeydi merak ediyorsanız, bu linkten ulaşabilirsiniz.
Belki bir sonraki yazımda size uzun uzun konferans notlarımı ve deneyimlerimi paylaşırım. O zaman kadar merakınızı konferans sırasında tanıştığım Nedim Bey'in blogunda yayınladığı şahane 2 yazıyı okuyarak giderebilirsiniz: 1. Gün, 2. ve 3. Gün
Bu konferans şimdiye kadar hem dinleyici hem de sunum yapan olarak kongrelerin hiç birine benzemiyordu. Akademisyenlerden çok oyun pratisyenlerine hitap ediyordu. Konuşmadan çok oyun vardı merkezde. Gerçekten de katılımcıların yaşı 7 den 77yeydi... Genç katılımcılardan Matthew'un blogunu ziyaret etmenizi öneririm. Kısa postlarıyla Türkiye ve IPA World Conference deneyimlerini çok keyifli anlatmış.
Bu yazımı Konferans'ın 3. Gününde yapılan oyun şenliğinde çektiğim bir kaç kare ile kapatmak istiyorum. Bu şenlikteki oyunlar MEB tarafından desteklenen Bi Oyun Buldum! Oynayalım! projesine katılan okullar arasından seçilen projelerin oynandığı bir şenlik oldu. Çocuklar kadar yetişkinler de eğlendi.
Herkese bol oyunlu, eğlenerek öğrenmeli nice Dünya Oyun Oynama Günleri kutlamayı dilerim. Oynadığınız oyunları yorum kısmına yazmayı unutmayın!