Paskalye
bayramını fırsat bilip 12 günlük bir tatil için 7 ay uzak kaldığım İstanbul’a
gittim. Bu sene şansıma tatil tarihlerimle uzun zamandır katılımcısı olmak
istediğim Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın tarihi çakıştı. Fırsat budur diyip hayatımda ilk
defa bir Cumartesi sabah saat 6dan önce uyanıp, saat 7.20’de Taksim’de olma
pahasına, uykusuzluğa rağmen tatilimin 4.gününü bu konferansa ayırdım. Hiç de
pişman değilim.
Sabah 09:00
akşam 18:00 saatleri arasında sadece yarım saatlik bir yemek arasıyla bir
atölye çalışmasından başka bir sunuma öyle bir yoğun koşuşturmacayla geçti ki
uykusuzluğumu bile unuttum gün boyunca. Türkiye’nin tüm iyi eğitimcileri
oradaydı desem yanılmam herhalde. Bir Cumartesi sabahı o kadar erken saatte bir
konferans için hazır bulunmak gerçekten sadece işini sevenlerin yapacağı bir
şey. O ortamda olup, değerli uzmanlarla aynı havayı solumuş olmak da beni
ayrıca mutlu etti.
Gün boyunca
hiç mi aksilik-terslik-olumsuzluk yok muydu diye soracak olursanız, aklıma
sadece üç tane geliyor:
1) Sabancı
Üniversitesi’nin kampüsünde yapılan etkinlikte ne konferans katılımcılarına ne
de konferansta sunum yapacak eğitimcilere Wi-Fi bağlantısı sağlanmamış olması
bence bir ayıptı. Devir sosyal medya devri, herkesin cep telefonlarıyla
bağlanmak istemeyecekleri akıllara gelmemişti sanırım. Bu nedenle konferansla
ilgili düşüncelerimi interaktif olarak direk meslektaşlarla paylaşamadım.
Uzaktan bir uzay üssü imajı çizen Sabancı Üniversitesi’nin de (belki onların
hataları değil ama) bu nedenle imajı gözümden biraz düştüğünü üzülerek itiraf
ediyorum.
2) Diğer bir
olumsuzluk katıldığım “Ayrımcılık Sorunu Eğitim OrtamlarındaNasıl Ele Alınabilir? Örnek Ders Uygulaması” çalıştayında dikkatimi çekti. Nerden baksanız
40tan fazla katılımcı arasında karşıt görüşü temsilen kimse yoktu. Senteze
ulaşmak için Tez-Antitez ikilisinin bulunmasından yana olan biri olarak
şeytanın avukatlığını yapsam mı diye düşünmedim de değil. Sonuç olarak
katılımcı grubun gerçek hayatı temsil etmediğine karar verdim. Oysa ki çalıştay
sırasında karşıt görüşler konuşsaydı bence daha öğretici olurdu. Yine de bu
çalıştayı, özellikle de kullanılan videoları ve grup tartışmaları için sunulan
soruları, çok beğendim. Belki bu çalıştayla ilgili ilerde daha detaylı bir yazıda
yazarım.
3) Çok merak
ettiğim bir sunumun, İstanbul İl Milli Eğitim’in temsilcilerinin sunduğu “İstanbul
Dersi Dünyaya İyi Örnek Oluyor”, sunuşu yapacak kişiler tarafından kafalarına
estikleri için sunum yerini sınıf ortamından çıkarıp daracık koridor alanına taşımaları
yüzünden izleyememek durumunda kalmam ve merakımı gideremem aklımda kalan son
olumsuzluk. Bir umut sunumun yapıldığı koridor standına gittiğimde izleyici
yoğunluğundan dolayı ayakta durup not almanın imkansız olduğuna karar verip
günün son sunumunu izlemeden çıktım. Bu yazıyı okuyanlar arasında bu sunumu
izleyen varsa izlenimlerini paylaşırsa güzel olur.
Konferansta
izlediğim tüm sunuşları bir yazıda toparlamanın pratik olmaması sebebiyle
izlenimlerimi kısaca (4+4+4 tartışmalarından, açılış konuşması sırasında
yapılan agresif protestolara değinmeyi tercih etmeden) özetledikten sonra aklımda
en çok kalan sunumla ilgili aldığım notları sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Dinlemek için
işaretlediğimde her ne kadar sunuş başlığı ilgi alanlarım dahilinde olmasa da
sunuşu yapacak kişiyi daha önce dinlememiş olduğum için gitmeye karar
vermiştim. “ Öğrenciyi Nasıl Doğru Yönlendirebilirim?” başlıklı oturumda söz ünlü psikoterapist Emre Konuk'taydı.
Emre Konuk’un kurucusu olduğu Davranış Bilimleri Enstitüsü’ne henüz yeni
bir mezunken yolum düşmüştü. Hatta biraz sonra bahsedeceğim 16PF envanterini de
yaparak bir pozisyon için başvurmuştum. Sonrasında orada çalışmak kısmet olmadı
ama Emre Bey ile yüksek lisans öğrencisiyken katıldığım European Congress of
Psychology sırasında Prag’da ayak üstü tanışmıştım. Bu iki yaşantı sonrasında
ilk defa Emre Bey’i dinlemek bu sene, EİÖ konferansında mümkün oldu.
Başlığından yola çıkarak sunuşu dinlemeye gelenler için kesinlikle
beklentilerini boşa çıkaran bir sunum olmasına rağmen benim beğenmemin sebebi
anlatılanların gerçek hayatla doğrudan bağlantılı olması ve pratiğe
uygulanabilme olasılığıydı. “Yeteneği Keşfetmek ve Kişilik” başlığını seçmişti
Emre Konuk sunuşu için. Çocuklarda yeteneklerin keşfedilmesinin gerekliliğinden
yola çıkarak mesleklerin16PF kişilik envanteri uygulanarak elde edilen kişilik
profillerinden bahsederek devam etti. Sonuç kısmında ise uyumlu evliliklerde
kadın-erkek kişilik özelliklerinden söz etti. 16 PF’nin reklamı niteliğinde bir
sunumdu ama gerek ünlü futbolcu Alex’i örnek olarak sunması, gerekse kendi
eşiyle ilgili atıflarda bulunması nedeniyle eğlenceli ve ilgi çekici bir
sunumdu.
Yetenek’i kavram olarak “düşünce-duygu-davranışlarda yüksek performans”
olarak tanımladı Emre Konuk. Yetenek gelişimi ile ilgili beyin
araştırmalarından bahsetti, Harry Chugani’nin çalışmalarına atıfta bulundu. Yeteneğin
gelişmesi için 3-15 yaş aralığının öneminden bahsettikten sonra geçmişte
çocukların zayıf yönlerinin tespit edilp onların güçlendirilmeye yönelik
müdahalelerin günümüzde değiştiğini, ya da değişmesi gerektiğini vurguladı. “Günümüzde
şirketlerin yeni eğilimi varolan yeteneklere odaklanıp o yetenekleri daha da
geliştirmektir” dedi.
“Bir mesleği ideal olarak yapan profesyonelde bir sürü yetenek gerekir.
Eğitim sistemi bu yeteneklerin hepsini geliştirmek ister. Ancak bunun imkanı
yoktur. Bunun yerine kişinin güçlü olduğu yeteneklerini keşfedip onları daha da
iyileştirmek için desteklemek gerekir.” Bu söyleminin ardından örnek olarak
Fenerbahçe’nin başarılı futbolcusu Alex’i gösterdi.
Alex’in güçlü ve zayıf yönlerini fotoğrafta görebilirsiniz. Alex’i Alex
yapanın onun güçsüz noktalarının değil, yeteneklerinin öne çıkmış olmasıdır
diyerek, Alex’in hocalarının onu savunmada işe yarar hale getirmeye çalışmak
yerine gol atma potansiyelini en üst seviyeye çıkarmak için çaba sarf
ettiklerini vurguladı.
Peki ya siz bir Alex misiniz? Zayıf yönlerinizi kafanıza takmayıp, güçlü
yeteneklerinizin tadını çıkarıp meyvesini yiyebiliyor musunuz? En önemlisi de
kendinizi ve yeteneklerinizi tanıyor musunuz?
Ele alınan son konu eşler arasında uyumluluğu belirleyen kişilik
özellikleriydi. Zıt kutuplar birbirini çeker, farklı kişilik özelliklerine
sahip çiftler birbirini tamamlar gibi söylemlerin aslında hurafe olduğundan
çiftlerin uyumluluğunu belirleyen kişilik özelliklerinden 14 tanesinin
düzeyinin benzer olmasının eşler arasındaki uyumu olumlu yönde etkileyeceğini
söyledi. Durum sadece iki kişilik özelliğinde: Sıcakkanlılık ve Problem çözme de
farklılaşıyormuş...
Aşağıdaki resime baktığınızda da Kadın-Erkek romantik ilişkilerinde eşler
arasındaki uyumun hangi özellikler sayesinde CENNET hangi özellikler yüzünden
CEHENNEM’e döndüğünü göreceksiniz. Bence tablonun en dikkat çekici yeri
Cehennem tablosu içinde yer alan ERKEK FAKTÖRLERİ: buradaki verilere göre eğer
eşiniz sadece bir tek size değil herkese karşı sıcak kanlıysa ve yeniliklere
açıksa ilişkiniz için tehlike çanları çalmaya başlamış olabilir. Sonuç olarak
erkeğin hala “ağır abi” olanı makbul sanırım. Kadınlarda ise mükemmeliyetçilik
azalınca uyumun azalabileceği belirtilmiş. Erkekler kadınların mükemmeliyetçi
yanını seviyor olmalı, acaba mükemmeliyetci kadınlar için uyumlu eş olabilmek
için ne kadar çaba harcıyorlar? Hem kadınlar hem de erkekler için geçerli olan
bir nokta ise eğer ilişkinizde eşinizle uyumlu mutlu mesut yaşamak istiyorsanız
kendizi sorgulamayı bırakın, endişe düzeyinizi de kontrol etmeye bakın...
Ayşe Arman’ın ile Emre Konuk aldatmak ilgili yaptığı röportaja iki bölüm
olarak buradan ve şuradan okuyabilirsiniz...
Eğitim ile başlayıp kadın erkek ilişkilerindeki uyuma kadar geldik. Hayatın
her alanında eğitimin şart olduğunu unutmadığımız bir hayat yaşamamızı
diliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder