19 Ağustos 2009 Çarşamba

Şehr-i Hüzün: İstanbul


Daha çok bir kitap eleştirisi gibi düşünmüştüm bu yazıyı aslında. Orhan Pamuk'un kitabı İstanbul: Hatıralar ve Şehir'i okuduktan sonra kendimce sorgulamak veya yorumlamak istedim yazılanları. Kafamda bir çok şey tasarladım, ancak araya tatilin girmesiyle İstanbul'a gelmem, başlangıçta kendimi hüzüne batmış bulmak, ilerleyen süreçte hüzünlü havadan kurtulup kendimi yaz rehavetine ve şehrin kaosuna kaptırmış olmak bu yazıyı hep erteletti. Ve işte bu şehir ile tekrar vedalaşmama saatler kala, istemesem de, uykumdan feragat etmemek için acele de olsa bir şeyler karalamak istedim bloguma.

Aidiyet, aralıklarla sorguladığım bir kavramdır. Özellikle Barcelona'dan İstanbul'a geldikten sonraki bir kaç gün ve İstanbul'dan Barcelona'ya döndükten sonra bir süre bu sorgulamamın şiddeti biraz daha artar. İstanbul, ki silüetine bile aşık olduğum bir şehirdir, kaosuyla bile bana çekici gelir-di.

Bu -di'li geçmiş zamanı kullanırken içimin acıdığını gözlerim hafif buğulanarak hissediyorum. Bu andan itibaren de anlıyorum ki 2 senenin sonunda "Karmaşanın Esrarlı Vatanı", Şehr-i Hüzün, İstanbul'un yerine geçmeye başlamış "Vurdum Duymazların şehri" Barcelona... 2 sene önce yüksek sesle sövdüğüm bu Katalan şehrine dönmek için gün sayacağımı söyleseler inanmazdım. Ancak gitmeme saatler kala, İstanbul'u bırakıp gidiyor olmak, bir süreliğine olsa da onunla vedalaşmak canımı acıtmıyor değil. Geliş-gidişlerdeki bu duygusal ikilemlere hala alışamamış olmakla beraber, "kesin dönüş" kararını almak her geçen gün zorlaşıyor, ama yine de bir yere ait olup oraya yerleşme fikri de aynı derecede gözümü korkutuyor. Bu yüzden, geliş-gidişler sanırım benim sığınağım.

Ben Orhan Pamuk gibi aynı şehirde bir benzerimin olduğu düşüncesiyle büyümedim, İstanbul'da şehrin hüznünü de çocukken değil, daha çok ergenlik döneminde hissetmeye başladım. Yine de Orhan Pamuk'un İstanbul ve anılarıyla ilgili yazdığı bir çok şey bana çok tanıdık geldi. Nobel Ödüllü yazarımız, bu kitabıyla sanki kelime darbeleriyle İstanbul'un resmini boyamış gibi.
İstanbul adlı kitabın farklı dillerdeki çevirilerinde hep farklı kapak kullanılmış. Ben yukarıdaki Almanca cevirisinin kapağını seçtim bloguma koymak için, çünkü yazarın şehr-i hüznü İstanbul'u en iyi kapak bence bu olmuş.

Bu kitabı edebi açıdan eleştirmek benim harcım değil. Eğitimci bakış açısıyla derinlemesine analiz etmek istediğim halde zaman sınırlılığından dolayı maalesef çok genel başlıklarla ancak eğitimcilerin okumasını tavsiye edip onlar bu kitabı okuduktan sonra özellikle bir kaç bölüm üzerinde kafa yormalarını ummakla yetineceğim.

Eğitimci gözüyle bu kitabı okurken dikkatimi çeken ve ileride Eğitim Psikolojisi dersi verirsem bir grup çalışması konusu yaparım dediğim bölümlerin başında 13. bölüm "Okulun Sıkıntıları ve Zevkleri" ve 33. bölüm " Yabancı Okul, Okulda Yabancı" geliyor.

13. bölümde geleneksel eğitim sistemi, öğretmen odaklı eğitim, bilginin yapılandırılması yerine bilginin nasıl aktarıldığı yazarın yaşantıları yoluyla anlatılmış. Bu bölümde altını çizdiğim şu kısımları sizinle paylaşmak istiyorum:
"... okul denen yerin aslında temel soruları cevaplamadığını, yalnızca onları hayatın gerçeği olarak benimsememize yardım ettiğini çıkarmıştım."

Yukarıdaki alıntıdan benim anladığım, geleneksel eğitimin, öğrencilerin problem çözme becerilerine katkı sağlamak yerine problemleri kabulenmelerine, belki de öğrenilmiş çaresizlik kavramının da açıklamaya çalıştığı gibi, daha başlamadan ben bunu yapamamcı bireyler yetiştirdiği. Ezbere uymayan olasılıklarla karşılaşıldığında bünyenin hata vermesine sebep olan bir eğitim sistemi olarak düşünmek de yanlış olmaz sanırım".

"Kürt Açılımı" konusunun kızıştığı, Ramazan Ayı'nın gelmesiyle Dini hissiyatların ve görevlerin öne çıktığı şu günlerde özellikle okunulması gerektiğini düşündüğüm iki bölüm var: 19. bölüm "Fetih mi? Düşüş mü: Constantinople'un Türkleştirilmesi" ve 20. Bölüm " Din".

19. bölümü okurken aklıma kültürlerarası eğitimin nasıl olması gerektiğini tartıştığımız azınlık ve etnik grupların sosyalizasyonu ve eğitimi dersi geldi. O derste batılı tarihcilerin Amerika'nın keşfi olarak değerlendirdikleri olayın karşı bakış açısından nasıl Amerika'nın istilası olduğunu tartışmış ve kültürlerarası bir tarih müfredatında bu tip hassas konuların nasıl ele alınabileceğini örneklendirmiştik. İşte bu 19. bölümde İstanbul'un fethi mi, düşüşü mü tartışması yapılırken, Pamuk kendi pozisyonumuzu belirlememizde bize destek olurken, eğitimciler olarak diğer bakış açılarına da dikkat etmemiz konusunda satır aralarında bizi uyarmış. Yazara göre " Bazı olayların nasıl adlandırıldığına bakarak dünyanın neresinde, Doğu'da mı, Batı'da mı olduğunu çıkarabiliriz."

20. bölüm ise, belki de, dincilerle dindarların ayırt edilebilmesi için bir kılavuz olarak kullanılabilir. Dinin politikaya alet edildiği şu günlerde, yazarın eskiden yaşadığını ifade ettiği " hissettiğim korku, Türk laik burjuvazisinide hep olduğu gibi Allah'tan korkmak değil, Allah'a fazla inananların öfkesinden korkmaktı" durumu günümüze de kolayca taşınılabilir. Aynı bölümün bir diğer kısmında " İstanbul'un Batılılaşmış burjuvazisi son kırk yılda Ankara'da yapılan bütün askeri müdahaleleri ve ordunun siyasete karışmasını, solun saldırılarına karşı değil de ..., daha çok, bir gün aşağı sınıflar ile taşralı zenginler dini bayrak edip kendi hayat tarzlarına karşı birleşebilirler korkusuyla destekledi." diye anlatıyor yazar. Sanırım günümüzde bu burjuvazi kesimin korktukları başlarına geliyor. Bu korkuyla başa çıkmak içinde en kolay olan "ötekileştirme" yoluyla düşmanı küçük görme stratejisi kullanılıyor. Hoşgörü, iyi niyet, tolerans, yerini özgürlüklerin kötüye kullanımına, ayrımcılığa, toplumu oluşturan grupların birbirlerinde uzaklaşması alıyor.

İstanbul, ki yüzyıllar boyunca her din ve ırktan insanın huzur içinde yaşadığı şehirdir, günümüzde düzensizlik ve kaos ile anılıyor. Kitabın 34. bölümü olan"Mutsuzluk Kendinden ve Şehirden Nefret Etmektir" de yazar şehir hayatının kendi üzerindeki duygusal ve düşünsel, yansımalarını tartışmış. Şehrin bir manzaradan ibaret olmadığı, ona ayak uydurmak için dinamiklerin iyi çözülmesi gerektiğini aktarmaya çalışmış.

"Güçsüzlük, yaşadığınız yere, eve, aileye, daha çok da şehre ait olmadığınızı hissetmektir diye düşünüyordum o zamanlar."

Şehre ait olmak, işte dönüp dolaşıp yine bu kavrama geldim. Gelecekte bu aidiyet meselesini daha ayrıntılı incelemek istediğimi söyleyerek, içimdeki hüzünle bu yazımı sonlandırıyorum. Ve ey İstanbul, bu yazımla sana "Hoşçakal" diyorum. Daha seninle ilgili yaşanılacak ve yazılacak çok şey var. Ben gelene kadar kendinden bir şey kaybetmemen dileğiyle...

4 yorum:

  1. Merhaba,

    Dusuncelerinde bir arpa yolu boy alabildin mi? Barcelona mi - Istanbul mu? Ya da bir baska sehir mi?

    Asiri vurdum duymazlik mi yoksa herkesin senin hayatina mudahale etmeyi kendinde bir hak gordugu bir hayat mi tercih?

    Baska bir sehirde mi yoksa kendi sehrinde mi bir yabanci olmak mi?

    Sonsuz ozgurluk/basina buyrukluk mu yoksa sana dogarken cizilen cizgiler icinde yasamak mi?

    Bisikletle ise gitme olasiliginin mi olmasi hayatta yoksa metrobuse mi mahkum kalmak mi?

    Cocuklarinin OSS gibi bir sinava girecek olmalarini bilmen mi yoksa onlarin fiestalardan donuslerini mi bekleyecek olman?

    Cocuklarinin askerden donuslerini bekleme ihtimali mi yoksa onlarin Dominik'lerden universite bitirme kutlamasindan donme yolunu gozleme?

    Insanlarin cebinde kalan son 10€ paylasacagini bildigin bir ulkede yasamak mi yoksa binlerce eurosu oldugu bildigin birinin sana bir kahve ismarlarken icinin sizlamasini gorecegin bir yerde mi yasamak?

    Gercekten Barcelona gecmis ve geleceginin Istanbul'u arasinda cok mu sonuk kaliyor yoksa eger Istanbul'a bir gun temelli donus yaparsan ilerde aslinda Istanbul, senin icin Barcelona'dan daha bir sonuk hayat sundugu ve orada kalmayi denemedigin icin bir pismanlik duydugun yer mi olacak?

    Ne kadar zor degil mi?

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,

    Öncelikle vakit ayırıp uzun zamandır kendi kendime sorguladığım bu konu üzerinde kafa yorup yorum yazdığın için teşekkür ederim.

    Sorularına sondan başlayayım: Aslında zor değil. Şöyle ki, ben Barselona'ya giderken geri dönmek üzere gitmiştim zaten. Ancak doktora sürecinde elimde olmayan bazı şeyler sekteye uğrayınca acaba bırakıp dönsem mi sabretsem mi ikilemi yaşıyordum. Artık yavaş da olsa aşama kaydetmeye başladığım için dişimi sıkmaya karar verdim.

    Başa dönecek olursak:

    Şimdiki şartlara bakınca kesinlikle İstanbul yaşayacağım şehir. Mesleğimi en iyi şekilde burada, tabiri caizse kendi çöplüğümde yapabileceğime inanıyorum. Ama bir yandan da kendime bir süre tanıyorum. O süre dolduğunda hayal kırıklıklarım elde ettiklerimden fazlaysa aklımda çok uzaklardaki bir ülkeye gitmek var...

    Ne aşırı vurdumduymazlık ne çok müdahale. Ama ikisinden birini seçmem gerekirse sosyal kontrolü tercih ederim... Dışardan modern görünsem de iç dünyamda biraz geleneksel olduğumu itiraf etmem gerek...

    Kendi şehrimde yabancı gibi hissetmiyorum kendimi. Başka bir şehirde yabancı olmak bazen çok rahatsız edici olabiliyor. Mesela Barselona'da onların anlamadıkları bir dil konustugumuz için bizimle ispanyolca yerine ingilizce konuşmaya çalışan bir sürü kişiyle karşılaşıyoruz. Onların gözünde hep turist kalıyorsun...

    Sonsuz özgürlük diye bir şey yoktur. Başkasının alanına girene kadar özgürsün. Özgürlük insanın kafasında biter diye düşünüyorum. Ayrıca çizilen sınırları esnetmek de yine mümkün diye düşünüyorum...

    Bisiklete binemiyorum, ayrıca bu sene hem iş için hem de araştırma için günde 2-3 saat yol tepiyorum hem de trafik olmadığı halde. otobüs-tren-otobüs kombinasyonunu kullanarak. Ama metrobüs konusunda haklısın. Sırf ona binmemek için bugün yolumu uzattım, yagmur altında da 1 saat kuyruk bekleyip evime dolmuşla döndüm. Her gün metrobüs kullanmak zorunda kalacak olsam evimi taşımayı denerdim sanırım.

    İspanya'da da ÖSS gibi bir sistem var. Tek farkı nüfustan dolayı 1,5 milyon kişi girmiyor. Ayrıca İspanya'da İspanyollar üniversite eğitimine rabet etmiyorlar. Ayrıca çocuğum 16-17 yaşındayken gece 2den sonra fiesta ortamlarında olmasına sıcak bakmıyorum, üzgünüm.

    Askerlik konusunda, her türk erkeğinin askere gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Dominik cumhuriyeti daha tehlikeli olabilir. Mesela artık orada gece 12den sonra sokağa çıkma yasağı var...

    Parasal olarak zengin değil, gönlü zengin insanlarla yaşayacağım bir yerde yaşamak...

    Barselona gerçekten sönük kalıyor. Belki fiziksel ve mekansal olarak değil ama ruhsal olarak... Hiç yurt dışında yaşadın mı ya da yaşıyor musun bilemiyorum ama eglence, içip dağıtmaca vs bir noktaya kadar. BCN'de bunların suyu 1,5 senede çıkar sonrasında sıkılırsın. Etrafında bir sürü parti dostu olur, kötü gününde kapısını çalacak adam zor bulursun. Sen kalmaya karar verdiysen, herkesi uğurlamaya hazırlıklı olmalısın.

    Her şeyi bırak, hem mesleki açıdan, hem de sevildiğimi hissederek yaşama açısından benim için İstanbul kürkçü dükkanıdır. Türkiye'ye dışardan bakmayan insanlar burada yaşamanın kıymetini de çok anlamıyorlar diye düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  3. Selam,

    Sana son yazdigimda ben de pek emin degildim Barcelona'nin Istanbul'a gore sonuk kalip kalmadigindan fakat en son Istanbul'da 2 hafta kadar kalip Barcelona'ya tekrar geri dondugumde Barcelona'nin pek de sonuk kalmadigini dusunmeye basladim, hatta Istanbul'da kaldigim bu 2 haftalik surec pek cok acidan Barcelona'nin Istanbul'a gore daha guzel bir hayat sundugunu gormeme yardimci oldu.

    Aslinda sonukluk meselesinin sehirler, mekanlar degil de, geride biraktigimiz insanlar ve yeni buldugumuz insanlardan kaynaklanan bir bilanco meselesi oldugunu dusunmeye basladim. Bu yuzden senin dedigin gibi oralarda bizi yurekten seven aile/arkadas/ birilerinin oldugunu bilmek orayi daha guzel bir yer yapiyor olabilir ya da Barcelona'yi daha sonuk bir yer. Belki de alisilmamis olan yanlizlik..

    Ama ne olursa olsun dedigim gibi bu kisa yolculuk bu guzel sehrin Istanbul'dan sonuk bir yer olmamasini gormemde yardimci oldu. Belki Barcelona'da yine birkac ay kalmis olduktan sonra her zamanki oldugu gibi Istanbul'daki bircok seyi tekrar cok ozlemeye baslayip acaba orasi mi burasi mi diye tekrar dusunmeye baslayacagim ama kendi ulkenden baska bir yere gittigin zaman sanirim her zaman var olacak bir ikilem, odenecek bir bedel bu.

    Ne olursa olsun senin bu konuda cok kararli olman ve gercekten ne istedigini biliyor olman cok guzel bence.. Umarim bir gun Istanbul'a da dondugunde bu kararindan dolayi cok mutlu olursun ve bu maceran sende hep tatli bir ani olarak kalir.

    YanıtlaSil
  4. Sonuç olarak bence insan ait olduğunu hissettiği yerde, mutlu olduğu yerde yaşamalı.
    3 haftalık tatilden sonra İstanbul'dan Barselona'ya dün döndüm ve Döndüğüm andan beri beynimde "Allahım Neydi Günahım" sözleri tekrarlanıyor. Hatta bugün konsolosluğa gittim ve ordaki görevliye dedim ki: Şu Barselona'yı bu kadar sevmeyip burada yaşamak zorunda olan başka bir Türk daha yoktur herhalde. Halime acıdılar ve işimi kolaylıkla çözümlediler. Barselona'daysan bir gün yüz yüze görüşüp özellike "ev" paylaşma anılarımı aktarabilirim sana. Özellikle bugünlerde her dakika maceralarıma bir yenisi daha ekleniyor ki pek iç açıcı değil...

    YanıtlaSil