Dünkü efsanevi Roger Waters konserinden sonra ona adanmış bir yaz yazmadan duramadım.
"Hey teachers leave us kids alone" (Hey öğretmenler biz çocukları rahat bırakın) nakaratını bağıra bağıra söylediğim orta okul lise yıllarıma tekabül eden ergenlik dönemim aklıma geldi.
Pink Floyd'dan günümüze kalan ve efsaneyi devralan Roger Waters'ın Another Brick In The Wall şarkısı 90lı yıllarda ağzımıza pelesenk olmuş bir marştı. Dünkü konserde bu şarkının görsel gösterisi çok anlamlıydı...
Bir yandan sahnenin ortasında "I believe" (İnanıyorum), bir yandan sahnenin sağındaki Canavar-Dev-Eli Sopalı Öğretmen Kuklası, şarkısının sonunda çocukların birleşip öğretmene karşı harekete geçmeleri...
Bu şarkı yazılalı aradan neredeyse 30 yıl geçmiş ve hala öğretmenlerin bir çoğu çocukları rahat bırakmıyorlar. Geleneksel eğitim devam ediyor. Düşünen sorgulayan insan yerine robot insan-tek tip insan-çoğunluğa uygun-sorgulamayan insan yetiştiren eğitim programları güncelliğini koruyor.
Çocukların eğitilmeye-öğretilmeye ihtiyaçları yok. Çocukların öğrenmek için kendileri için doğru yolu bulmalarında yardımcı, onları motive eden, destekleyen rehberlere-ailelere-akranlara ihtiyaçları var. Düşüncelerinin kontrol edilmesine değil, düşüncelerini üretkenliğe döndürmeye ihtiyaçları var.
Yakın bir zamanda bulduğum ve çok hoşuma giden alternatif eğitim ile ilgili üç linki paylaşarak ve Roger Waters'ın "We doN't Need No Education" dediği dakikalarla sizleri başbaşa bırakıyorum...
OKUMAYA (yazmaya araştırmaya öğrenmeye) DEĞİL! (yaratıcılığı öldüren tekdüze ezberci) OKULA HAYIR!
Şizofren Anarşist Üniversite
Alternatif Okullar ve Eğitim Felsefesi
Her gün yeni bir şeyler öğrenerek yaşamını sürdüren, büyüyen, gelişen, olgunlaşan bir varlıktır insan. Psikolog Doktor eğitim psikolojisi, çocuk psikolojisi, pedagoji alanlarında ve günlük hayat akışı içersinde hayatın bana öğrettiklerini kendi yansıtmalarımla bu blog aracılığıyla okuyucularla paylaşıyorum. Bir bakıma hem hayatı kendimce yeniden anlamlandırıyorum hem de okuyucularla birlikte yeni şeyler de öğreniyorum.
5 Ağustos 2013 Pazartesi
2 Ağustos 2013 Cuma
Doğumdan Ölüme Standart Sınavlar
Türkiye ve İspanya'da Ağustos ayının gelmesiyle birlikte deniz-güneş-kum ağırlıklı tatil yoğunluğu başlamış olsa da ben bu sefer tatil için değil, dış dünyaya kendimi kapatıp tezimi bitirebilmek için ders çalışmaya geldim İstanbul'a. Uzun yıllar sonra belki Ağustos benim için tatil olma anlamını yitirdi. Dış dünyayla olan bağlantımı kapatmadan önce bu ayı bir yazı yazmadan geçirmek istemedim.
Bu yazının konusu aslında bir film analizi olarak düşünülebilir. Uçuş sırasında izlemeyi seçtiğim, başarılı-başarısız-yetenekli-umursamaz-sistem karşıtı gibi farklı karakterlerdeki 6 amerikan lise son sınıf öğrencisinin üniversite giriş sisteminde alınması mecburi olan SAT sınavından, istedikleri okullara gidebilmek için almaları gereken puanı alabilmek için soruları çalma planlarını konu alan eğlenceli ve düşündürücü bir film. Eğitim konulu bir filmi eğitimci gözüyle izlediğim için uçakta bile olsam notlar aldım ve bu yazımda biraz bu notları paylaşıp biraz da doğumdan ölüme standartlara sokma çabasının bir ürünü olaran sınav kültürünü biraz eleştireceğim.
IMDB'den aslında çok da yüksek puan almamış The Perfect Score (Kusursuz Puan) filmi, son yıllarda ne değişen sistemini ne de sürekli değişen ismini takip edebildiğim Türkiye'deki üniversiteye giriş sınavları için hazırlanan öğrencilerin ve ailelerinin izlemesinin faydalı olacağını düşündüğüm bir film.
SAT benim de Amerika'da okurken tabiri caizse spor olsun diye girdiğim bir sınavdı. Etrafımda yüksek yerleri hedefleyen gençler hafta sonlarını SAT'ye hazırlanmak için geçirirken ben içeriği neymiş bir göreyim diye girdiğim için diğerlerinin sınav telaşına anlam veremiyordum. İngilizce kısmı çok kolay olmasa da matematik dahisi olmadığım halde gayet yüksek bir puan alarak toplam puanım averajın üzerinde sayılırdı. Şimdiki adı sanırım LYS olan üniversite giriş sınavı gibi standart bir sınav olmasına ve insanları bu sınavdan aldıkları puanlara göre değerlendirilmelerine rağmen üniversitelere yerleştirme sırasında kullanılan tek ölçüt olmadığı için Amerikan gençleri Türk gençlerine göre daha şanslı sayılabilir. Zira Türkiye'de sınavdan aldığınız puan-akademik başarı puanı gibi sonuçların harmanlandığı bir puanla merkezi sistem yoluyla yüksek öğrenime yerleştirilirken Amerika'da akademik başarıların yanında sosyal beceriler, sporcu olma vb gibi farklı değişkenler de önemli bir rol oynuyor gençlerin geleceğini belirlemede.
Resim Kaynak: http://www.scoop.it/t/alternatif-okullar
Bu izlediğim film işte sınavın "standart" olmasını eleştiriyordu. Başlangıçta bir sahnede aslında çok da başarısız olmayan filmin baş karakteri "ben standart testlere karşıyım, benim geleceğim benim isteklerim doğrultusunda değil de herkesi aynı kalıba göre değerlendiren bir sınav belirliyor" derken bu karakterin okulun basketbol maçında izleyici olduğunu ve okulun mavi-beyaz renklerinden herkesin giydiği ya mavi ya da beyaz t-shirtlerden giyerken aslında istemeden de olsa standart bir çarkın içinde olduğunu görebiliriz.
Baş karakterimiz 6 yaşından beri mimar olmayı kafasına takmış ve yaptığı araştırmalar sonucunda kendine en uygun okulu seçmiş, ama o okula girmek için gerekli SAT puanını tutturamayan bir öğrenci. Bu öğrencinin rehberlik öğretmeniyle olan konuşması ise dikkate değer bir diyalog içeriyordu. Rehber öğretmenine gitmeyi istediği okulu söyleyip durum değerlendirmesi yaptıkları sahnede rehber öğretmenin cevabı şöyleydi: "Bizim okulun binasının mimarı nereden mezundu biliyor musun? Basit yerel bir yüksek okuldan (community college)." Rehber öğretmenin rolü ne olmalı diye düşündüm bu sahnede. Motive edici bir rehber öğretmen ile heves kırıcı bir rehber öğretmen şüphesiz öğrenciler üzerinde farklı etki yaratacaktır. Mesela benim dershanemdeki rehber öğretmenim, psikolog olmak için kazandığım üniversiteyi gördüğünde ne kadar çok şaşırdığını ve benden böyle bir başarı beklemediğini söylemişti. Neyseki bunu ben kazandıktan sonra söylemişti, sınav öncesi söyleseydi herhalde kendime olan güvenim biraz sarsılırdı...
İkinci karakterimiz döneminin 2si olan ve 4 üzerinden 4 not ortalamasına sahip mükemmeliyetçi bir öğrenci. SAT'den kusursuz puanı alabileceğine inanmadığı için sınavlardan neredeyse boş kağıt vererek çıkan, aslında kendi hayalinde olan değil de ailesinin hayalinde olan üniversiteye girmeye çalıştığını farkederek aydınlanma yaşayan, kendini bulan bir karakter. Mükemmeliyetçiliğin beraberinde gelen başarısız olma kaygısı şüphesiz başarılı öğrencilerin en büyük kabusu. Özellikle ailelerini hayal kırıklığına uğratmaktan korkan ve kendi öz değerini sınavlardan aldıkları başarılarla değerlendirenler için en büyük tehlike. Bu karakterde bu tehlike çok güzel vurgulanmış.
Üçüncü karakterimiz sırf kız arkadaşı bir üniversitede diye o üniversiteyi kazanmaya çalışan, aslında üniversiteyi değil kız arkadaşıyla beraber olmayı hedefleyen bir karakter. "Ben hiç bir şeyde iyi değilim ama kız arkadaşımla beraber olmak konusunda iyiyim. İşte bu yüzden tekrar iyi olmak için sabırsızlanıyorum." diye açıklıyor SAT'den neden yüksek puan alması gerektiğini bu karakter. Bazı gençlerin üniversite seçiminin sadece mesleki veya akademik ilgiler doğrultusunda olmayabileceğini görüyoruz bu karakter üzerinden. Bu karakterin filmdeki en başarılı kız arasında geçen dikkat çekici diğer bir diyalog ise şöyleydi:
Dönem 2.si kız: Neden sigara içiyorsun?
Çocuk: Sen neden tırnaklarını yiyorsun?
İşte stres ve kaygı anında herkesin farklı başa çıkma mekanizmalarının olduğunu farkediyoruz bu sahnede. Sınav kaygısı yaşayan gençler için de belki de en önemlisi kullandıkları mekanizmaları farketmeleri, ya da yeni mekanizmalar öğrenmeleri diyebiliriz.
Dördüncü karakterimiz ise başarılı bir basketbol oyuncusu. Üniversite'de sporcu bursu almak yerine bir an önce profesyonel olmak istediği için akademik sınavlara önem vermeyen ama annesi ile konuşamadığı -ya da annesine söz geçiremediği için- sınava girmek zorunda olan bir karakter.
Beşinci karakterimiz ise döneminin sonuncusu olan, hiç bir beklentisi olmayan ve tuvaletteyken kulak misafiri olduğu için plana katılan bir öğrenci. "Eğer üniversiteye girmek istemiyorsam, ama yine de es kazara bir yer kazanırsam bu başka birinin hayalini çalmış olduğum anlamına gelmez mi?" diye açıklama yapabilecek kadar da içten. Standart yerleştirme testlerinin, gerçekten istemediği halde açıkta kalmamak pahasına bir yerlere yerleşip, gerçekten orada okumak için her şeyini verebilecek gençlerin hayallerini çalan, önlerini tıkayan bir sistem olduğunu vurgulayan bir konuşma olmasından dolayı bu "tembel ve işe yaramaz, kaygısız, umarsız" öğrencinin bu sözü çok hoşuma gitti.
Altıncı ve son karakterimiz ise sınavı yapmaktan sorumlu merkezin binasının sahibinin kızı, babasının ona karşı ilgisiz olmasından dolayı mutsuz olan ve sisteme baş kaldırdığı için diğer 5 kişiye yardım etmeyi kabul eden bir karakter.
Sınav stresi yaşayan kişiler bazen yasal yollardan bazen de yasal olmayan yollardan, farklı nedenler yüzünden çözüm ararlar. Mesela filmde dönem 2.sinin sınav sorularını çalmak için gruba katılması diğer bir karakterin şaşkınlığı "Sen sınıf birincisisin burada ne işin var? Neden test sorularını çalmak isteyesin ki?" yorumuyla dile getirirken akademik başarı düzeyi ne olursa olsun standart testlerin her öğrenci üzerinde farklı nedenlerle baskı kurabileceği ve bu baskılara karşı koyabilmek için de gençlerin her türlü yola başvurabileceğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatıyor bu film.
Filmde en hoşuma giden replik ise "What the hell with the numbers, I know who I am"... idi. Bencede, eğer siz kim olduğunuzu biliyorsanız, standardize edilmiş, sizi normlara göre ölçüp sıralayan testlerden elde ettiğiniz puanların hayatınız üzerinde tek söz sahibi olmasına izin vermemelisiniz.
Kültürel farklılıklar üzerinde kafa yoran biri olduğum için bu filmde dikkatimi çeken kalıplaşmış karakter şüphesiz baskette başarılı ama akademik sorun yaşayan zenci karakterdi. Hatta bu karakter bir sahnede "bu sınav ırkçı, beyazlar kendileri için yapıyor bu sınavı" diyor. Asyalı amerikalıların diğer etnik kökenlilere göre daha başarılı olduklarının bilinmesine rağmen filmdeki en başarısız öğrenci karakterini bir asyalı amerikalı oynuyordu. Hispanik kökenli bir karakterin olmaması da bence bir eksiklikti.
Filmi izlerken aklıma takılan soru standardize edilmiş testlerin neden kültürün bir parçası haline geldiği idi? Şüphesiz bunda kapitalist sistemin rolü çok büyük. Peki eğitimde belli standartları baz alarak ölçüm yapmak ne kadar adil? Çocukların bireysel yeteneklerini, yetkinliklerini hiçe sayıp onları sayıların veya kelimelerin çerçevesi içine oturtmaya çalışmak ne kadar doğru?
kaynak: http://www.scoop.it/t/alternatif-okullar/p/2610827666/ogretmenler-kal-plast-rmamal-yol-acmal
Türkiye ise git gide test/sınav cehennemi olmaya doğru giden yolda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. En son bir kaç hafta önce bir Türk misafirimden, "yeğenim 4 yaşında ve iyi bir anaokuluna girmek için sınava girdi, neyseki sınavı geçti de kayıt yaptırabildiler" dedi... 4 yaşında neyin sınavı? neyin testi? hangi standartlara göre neden öğrenci seçimi? Peki aileler çocuklarının böyle bir süreçten geçmesine neden izin verirler?
Başka bir arkadaşım da geçen gün bana dil sınavına gireceğini söyledi. Dedim işindesin güçündesin, memur olmuşsun daha neyin sınavı. İşte maaşım üç beş kuruş artsın dedi... 4 yaşında da sınav 34 yaşında da sınav. İslam kültürüne ve dinine inananlar için ise sınav öldükten sonra da sırat köprüsünde devam edecek.
Hayatı sınav telaşesi içinde yaşarken gerçekten yaşıyor muyuz? Çocuklarımıza nasıl mesajlar veriyoruz? Nasıl çocuklar yetiştirmek istiyoruz? Akademik olarak kusursuz çocuklar mı? Mutlu çocuklar mı? Ya da her ikisi de mi? Standardize edilmiş sınavlara girmeden önce kendi ölçütlerinizin ne olduğunu aklınızın bir kenarında hep tutun. Başkalarının koydukları sınırlar yüzünden kendinize olan saygınızı, yaşama sevincinizi kaybetmeyin derim. Çocuklarınıza olan sevginizin onların sınav başarılarıyla bağlantılı olmadığı mesajını özellikle stresli bir sınav döneminden geçen çocuklarınıza sık sık tekrarlayın.
Bu standart ölçme değerlendirme hakkında aslına bakarsanız daha çok eleştirdiğim nokta var. Mesela Türkiye'deki normları üzerinde çalışmalar yapılmadan uygulanan çoğunlukla Amerika'dan ithal edilen psikolojik değerlendirmede kullanılan testlerin ne kadar inandırıcı ve güvenilir olduğundan tutun da bunların uygulanmasının ne kadar doğru olduğuna kadar kafamı kurcalayan bir çok soru işareti var. Belki ileriki yazılarımda bu soru işaretlerimden yola çıkarak başka bir yazı yazarım.
Hayatınızı standartlara sıkıştırmadan yaşadığınız, eğlenceli bir tatil dilerim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)