Barselona’da genelde piknik günü Pazar günüdür ve geleneksel olarak Parc de Ciutadella’da yapılır.
Parc Güell Barcelona’nın en turistik parkı olduğu için masamız sık sık turist ziyaretine uğramıştı, çünkü masanın üstü çok renkliydi. Yemekler ise lezizdi. Diğer ise Barselona’daki Türk topluluğu olan Barcelona Turca’nın organize ettiği Les Planes’da yapılan mangallı piknikti. Bir tarafta sıralanmış dev ızgaralarda yemek pişiren arkadaşlar, öte tarafta kağıt ve tavla oynayanlar...
Ancak bu haftasonu piknik yaparken arkadaşlarıma “İşte böyle ortamlarda Avrupa’da yaşadığımı hissediyorum” dedim sonra da bu yazım aracılığıyla neden böyle hissettiğimi irdelemeye karar verdim.
Avrupa kentlerinde halka açık, ücretsiz kültürel ve sanatsal etkinlikler organize edildiğinde kalitesinden şüphe duymadan, etraftaki kalabalıktan rahatsız olur muyum, biri bana sarkar mı, tacize uğrar mıyım diye düşünmeden etkinliği keşfe çıkarım. Türkiye’de ise bir yerde bedava etkinlik varsa oradan uzak durmam tembihlenirdi geçmişte. Sosyal sınıflar arasındaki çizgilerin çok belirgin fark edildiği bir toplumda yaşadığımızdan olsa gerek, herkesin olduğu ortamlar güvenli gelmezdi. Seneler geçti, piknik kültürleri bile sınıflar arasında farklılık göstermeye başladı. Sahil kenarında piknik yapanlar varoş olurken, Polonezköy’de kendin pişir kendin ye ortamlarında piknik yapmak elit sayıldı.
Müzik sevgisi bile sınıflar arasında farklılık gösterdi. Bir taksiye binince klasik müzik veya caz duymak bizim için sevindirici bir süpriz olurken, senelerce türkülere, arabesk şarkılara kulaklarımızı tıkadık. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’deki Caz Festivalleri hep belli bir kesime hitap etti. Kahvaltıda Caz, Caz Vapuru gibi etkinliklere katılmak için cebinizin dolgun olması gerekti. Belki de bu nedendir ki Caz bizlere hep elit sınıfa hitap eden bir müzikmiş gibi geldi.
Bu Pazar günü Piknik’te Caz etkinliği sırasında Avrupa’da yaşadığımı hissettim. Çünkü;
etkinlik ücretsizdi, canlı Caz konserleri ard arda yapıldı, etraf çok kalabalıktı ama kimse kimseyi rahatsız etmiyordu, etrafta tüp ve benzeri yanıcı madde, dumanı tüten mangal yoktu, aileler kendi aralarında sakince aile saadeti sürüyorlardı, dereciğin içinde çamurlarla oynayan çocuklara müdahale eden “çocuğum üstün başın pislenecek, o pis yerde leşin içinde oynanır mı?” diyen anneler yoktu. Caz ve güneş herkesin ruhunu gevşetmişti sanki...
Piknik grubumda muhabbet derinleşirken ben etrafı, aileleri ve çocukları gözlemledim bir süre.
Ve çocuklara bir kez daha hayran oldum. Ortamdaki atık malzemeleri kullanarak, yaratıcılıklarını konuşturarak nasıl oyun oynadıklarını izledim. Oyun oynamak için sadece çevreyi iyi okumanın, yaratıcılık kullanmanın ve gerçekten özgür olmanın yettiğini gördüm.
Aşağıdaki videoda iki çocuk göreceksiniz, dere içinde plastik tabak, şarap mantarları, cips torbası ve çamurla nasıl oynadıklarını izleyeceksiniz (videoyu dikkatle dinlerseniz Caz müziğini de arka fonda duyabilirsiniz).
İçinizden bir çoğunun “bunların ana babası yokmu bu pisliğin içinde çocuklarının oynamalarına izin veriyorlar” dediğinizi duyar gibiyim. Belki haklı da olabilirsiniz. Ancak çocukların ne kadar dikkatli oynadıklarını, düşen paçalarını sıvadıklarını, üstlerine bir damla bile çamur sıçratmadan oynamalarını gözlemlemek onlara karşı bir hayranlık yarattı içimde. Sorumluluk duygusu, bilinç budur işte dedim içimden. Sanırım çocuklarımıza bu bilinci aşılayıp, kendilerine dikkat etme sorumluluğunu verdikten sonra onların doğa ile barışmasını sağlayarak özgürce oynamalarını, oynarken büyümelerini izlemek her anne baba için mutluluk ve övünç kaynağı olacaktır.
Çocuklarınızı doğadan mahrum bırakmamanızı umarak bahar aylarında pikniğin ve müziğin keyfini çıkarmanız dileğiyle bu yazımı da burada bitiriyorum.