2012 yılının ilk ayı bitmiş bile. Ne çabuk... Umarım herkes yeni yıla unutulmaz anlar yaşayarak girmiştir.
2011 senesinin son yazısında bahsetmiştim, hayallerimden birini gerçekleştirmek üzere Meksika'ya gideceğimden, yeni yıla ve yeni yaşıma orada gireceğimden.
Dünyanın en kalabalık 2. şehri olmasından dolayı içimde biraz endişe ve tedirginlik; kafamda güvenlikle ilgili bir sürü soru işareti vardı gitmeden önce. Jet lag'i atlatıp, kendimi sokaklara attığımda bu endişelerimin çok yersiz olduğunu gördüm. Kendimi İstanbul sokaklarındaymışım gibi hissettim. O kaos, o keşmekeş çok tanıdık geldi. Başkent Mexico City ile İstanbul arasında iki ana farklılık buldum: Meksika daha renkli: insanlar, kıyafetler, caddeler, yiyecek-içecekler, dolmuşlar, otobüsler; Meksika'nın boğaz havası eksik...
Meksika'da geçirdiğim 18 gün boyunca 3 ailenin evinde misafir oldum, onların hayatlarını paylaştım, bir sürü insanla ve onların farklı hayat gerçeklikleriyle tanıştım. Beni en çok etkileyen master programında sınıf arkadaşım olan Meksikalı arkadaşımın, eşi ve biri 2,5 yaşında diğeri 6 aylık olan iki çocuğuyla beraber yaşadığı şehirde, onlarla beraber, onların evinde 4 gün geçirmek oldu. İkinci çocukları doğunca tek bursla geçinemedikleri için daha uygun çalışma koşulları ve daha yaşanılası bir hayat için ülkelerine ani bir kararla dönüş yapan ailede arkadaşımın eşi tam bir “süper anne” imajı çiziyordu. Bir taraftan doktora tezini bitirmek için çocukların okulda olduğu her anı değerlendirmek zorunda olan, diğer taraftan haftasonları ders verdiği enstitüsünün gönderdiği son dakika işlerini yapmak, tez danışmanlığını yaptığı 4 öğrencinin projelerini takip etmek, haftanın 3 günü sabahları uzmanlık kursuna gitmek, iki küçük çocuğu okulda değilken onlara bakmak, evi çekip çevirmek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak gibi ev işleri ve kısıtlı bütçeyle ay sonunu getirmeye çalışmak gibi marifetleri göze çarpanlardan bir kaçıydı. Profesyonel anlamda çocuklarla iç içe bir hayatım olmasına rağmen ilk defa küçük çocukların olduğu bir evde yaşamak, onların günlük yaşamlarına ayak uydurmaya çalışmak benim için çok farklı bir deneyim oldu. Çocuk yetiştirmenin zor bir sanat olduğunun farkındaydım ama çocukları büyütürken bu kadar çok engelle karşılaşılabileceğini daha önce farketmemiştim.
Arkadaşımın eşiyle Barselona’dan Guadalajara’ya dönüşleri hakkında konuşurlarken en çok çocuklarla beraber şehirin yapısına, koşullarına, şartlarına uyum sağlamakta güçlük çektiğinden bahsetmeye başladı. Bu konu ile ilgili konuşmaya başlayınca iki şeyi farkettim: 1- Barselona’da çocuk büyütülmez diye düşünürken şehre ne kadar fazla haksızlık ettiğimi; 2- Günlük hayatımda, özellikle toplu taşıma araçlarını kullanırken ne kadar bencilce düşündüğümü...
3 yaşından küçük iki çocuğunuz varsa, yanınızda size yardımcı olacak birileri yoksa Meksika’da (özellikle büyük şehirlerinde) boş zamanlarınızın çoğunu evde geçireceksiniz demektir.
Bir şehrin çocuk dostu olup olmadığını anlamak için uzman olmaya gerek yok...
- Öncelikle yanınızda kimse olmadan, sadece çocuklarınızla ne kadar sıklıkla evden dışarı çıktığınızı bir düşünün. Evden çıkmaktan kastım, otoparka inip hususi aracınıza atlayıp bir arkadaşınızın evine gitmek değil. Çocuğunuzu pusetine oturttunuz ve apartmandan dışarı çıktınız. Öncelikle kaldırımlar pusetin kolayca yol alabilmesine uygun genişlikte mi? Genişlik tutturulmuş diyelim, bu sefer de kaldırım yolları delikler, kırık taşlar, karşıdan karşıya geçmek için gereken rampaların olmaması, kaldırımda yürürken geçişinizi kısıtlayabilecek ağaç, tabela vb gibi engellerden ne kadar arınık? Cevabınızı hayal etmek zor değil...
- Kaldırım engelini atlattınız diyelim. Çocuğunuzla nereye gidersiniz? Aklınıza gelen ilk cevap en yakın alışveriş merkezi ise üzgünüm yaşadığınız yer çocuğunuz için ideal bir bölge değil. Daha önceki bir yazımda oyun parklarının öneminden bahsetmiştim, bu yüzden bu noktada fazla detaya girmeyeceğim. Yaşam alanında çocukların buluşabileceği ortak bir oyun alanı da olsa, bu oyun alanlarının korunmasında dikkatli de olunsa hava kirliliği, trafik, gürültü, kaos gibi dış olumsuzluklar ister istemez sizin dışarda çocuğunuzla vakit geçirme istediğinizi azaltacaktır.
1- -
- 0-3 yaş aralığında, birden fazla çocuk sahibi olan annelere geliyor şimdiki sorum: Çocuğunuzla yanınızda başka bir yetişkin olmadan en son ne zaman bir toplu taşıma aracı kullandınız? Cevabınızı duyar gibiyim... “İki küçük çocukla toplu taşıma aracı mı? aklımı peynir ekmekle yemedim ben!” İşte, çocuk dostu olan şehirlerde toplu taşıma aracı kullanmak böyle bir sorun olmaktan çıkıyor. Barselona’da her otobüse binişimde mutlaka bir pusete denk gelirim. Puset sayısı bazen ikiye de çıkabiliyor. Üç oldu mu itiraf ediyorum otobüs içi trafik biraz karışabiliyor. Ancak kimse otobüste puset var diye ufflayıp pufflamıyor-benden başka J... Metronun çocuk dostu olup olmaması büyük şehirlerde yolcu yoğunluğuna göre, Barcelona gibi şehirlerde asansör ve rampa kombinasyonuna göre değişiyor. Barcelona’daki asansör oranı hatların yeniliğine göre değişmekle birlikte, aktarma yapma durumlarında pusetleri yüklenmeye hazırlıklı olmakta fayda var. İstanbul’da hiç bir toplu taşıma aracında puset gördüğümü hatırlamıyorum. Anneler kendi araçlarını ya da taksileri tercih ediyorlar olsa gerek. Bu tercihi yapabilen annelerde genellikle orta ve üstü sosyo-ekonomik düzeye tekabül eder genelde. Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki annelerin bu konuda yaşadıklarını merak ediyorum. Şahsen ilerde çocuğum olsa araba kullanma fobim olması nedeniyle kendi aracım olmayacak. Taksilere verilen paranın israf olduğunu düşünmem bir yana her seferinde taksici muhabbetini çekme riski de bana pek cazip gelmiyor. Bu durumda Barselona yaşamak için daha uygun görünüyor.
Meksika örneğim olan Guadalajara’da ise ilginç bir deneyim yaşadık bu konuda. 3 yetişkin 2 çocuk 1 puset toplu taşıma aracıyla optimum düzeyde (zaman/ücret/yürüme mesafesi) yaşadığımız mahalleden şehir merkezine nasıl gideriz diye arkadaşım ve eşi aralarında konuşmaya ve bir strateji belirlemeye koyuldular.
Metro ile gitmeye karar verdikten sonra karşımıza çıkan ilk engel, yaklaşık 20 dakika boyunca puset dostu olmayan bir kaldırımda yol almak, kaldırımda yürünemediği anlarda yoldan geçen arabaların altında ezilmemek idi.
Bu engelleri aştığımızda bu seferde Metro girişinin bulunduğu tarafa geçmek için yapılmış 100 basamaklı bir merdiveni pusetle çıkmaya gözümüz yemediği için ana yoldan (ben diyeyim e5 siz diyin sahil yolu) ezilmeden karşıdan karşıya geçmekle yüz yüze kaldık. Bunu da kazasız belasız atlattıktan sonra karşımıza çıkan, zorlu engel turnikelerde bekleyen görevliyi geçmek oldu. Görevli öncelikle yoğunluk var diye pusetin geçmesine izin vermek istemedi. Puseti katlayıp çocuğu kucaklarına alacaklarını söyleyince görevli geçmemize izin verdi. Ben bir anda bebeği kucağımda buldum. Arkadaşlarım zeki meksikalı örneği göstererek, bindiğimiz vagondaki boşluktan da faydalanarak puseti katlamadılar da metro içinde, ayakta kucağımda bebekle seyahat etmek zorunda kalmadım. Metrodan inişimiz de çok dikkat çekti. Hatta yan vagon içersinde duran güvenlik görevlisi bunlar bu pusetle içeri nasıl girmiş gibisinden dik dik baktı bize metro hareket edene kadar. Turnikelerden puseti dışarı çıkarma sırasında bebek yine benim kucağımdaydı. Mexico City’de ise puset görmemiş olmakla birlikte metronun yoğun olduğu saatlerde yapılan uygulama çok hoşuma gitti. Sabah işe gidiş saatleri ile akşam iş çıkışı saatleri sırasında metronun ilk 3 vagonuna biniş bir levhayla ayrılıyor ve ilk 3 vagona sadece kadınlar ve çocuklar binebiliyorlar. Böylece hınca hınç (İstanbul Metrobüsünü geçen bir yoğunlukta) dolu olan vagonlar yerine nefes alabileceğiniz, hatta ve hatta oturacak yer bile bulma ihtimalinizin yüksek olduğu vagonlarda kadınlar ve çocuklar rahatlıkla seyahat ediyorfu. Ben böyle bir uygulamanın İstanbul’da da yapılması taraftarıyım. Bakarsınız Kadir Topbaş duyar sesimi (bu noktada toplu taşıma da haremlik selamlık oldu, gericilik bağnazlık diz boyu diyen bayanların toplu taşıma deneyimlerini tekrar değerlendirmelerini salık veriyorum).
Peki, Meksika’da çocuklarla ilgili hiç bir olumlu şey göremedin mi diye soracak olursanız, cevabım hazır: 0-6 yaş eğitimi için devlet okullarının olduğunu (hatta arkadaşımın çocuklarının gittiği okulu kısa bir ziyaret sırasında görme fırsatım oldu, fiziksel alanın genişliği muazzamdı), kahvaltı ve öğle yemeği dahil 460 peso (yaklaşık 65 ytl) aylık ücretle çocukların sabah 07:30- akşam 17:00 arasında eğitim alabildiklerini öğrendim. İstanbul’da, özellikle 0-3 yaş okullarının gündüz bakım evi, kreş konseptinden çıkıp eğitim kurumları haline geldiklerini, ve bu eğitim kurumlarının devlet tarafından uygun ücretlerle- ve hatta ücretsiz- anne-babalara sunulduğunu göreceğim günleri umutla beklemeye devam ediyorum.
Yazımı bitirmeden önce karikatürlerini kullandığım Tonucci’yi anmak ve Çocukların Şehri isimli kitabıyla bu konuda büyük katkılar sağladığını belirtmek istiyorum.
Bu kitabı kütüphanemde bulunmakla beraber, İstanbul’da kaldığı için henüz okuyamadım. Kitabın ana temasından yola çıkılarak geliştirilen proje için şu sayfaya bir göz atabilirsiniz.
Çocuklarımızın gelecekte çocuk dostu şehirlere kavuşması dileğiyle...