Prof. Dr. Münire Erden hocamın yazdığı ve farklı çocuklar için yaşam koçluğu konusunu işleyen bu kitabı tatil için Türkiye’deyken girdiğim kitapçının rafında gördüğümde çok heyecanlandığımı itiraf etmeliyim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Eğitim Programları ve Öğretim alanında yüksek lisans öğrencisiyken hem eğitim fakültesi dekanıydı, hem de yüksek lisans derslerimden ikisine girmişti Münire Hocam. Hem Hacettepe çıkışlı olmasından dolayı, hem de sağlam bir akademik geçmişi olduğunu düşündüğüm için kendisine hep saygı duymuşumdur. Sosyoloji alt yapısına sahip bir eğitimci olduğu için özellikle sosyal olayları ya da eğitim ortamlarının sosyolojik analizini ondan daha iyi yapabilecek bir hoca var mıdır Türkiye’de bilemiyorum. Ancak itiraf etmeliyim ki kitabın konusu psikoloji alanında irdelenen atipik çocuklar olunca kitabın içeriği hakkındaki merakım daha da arttı. Hatırlarım, YTÜ’de ders aldığım dönemde özellikle psikoloji ile ilgili konular anlatıldıkça hocalarımı en çok eleştiren ben olurdum. Kolay değildi tabii o kadar eğitim fakültesi çıkışlı öğretmenin arasında psikolog olarak ders dinlemek. Ama Münire Hocamın konu psikoloji olunca söz önceliğini hep bana verdiğini hatırlarım. Daha sonrasında da CIPUSA/YÖRET’in ortaklaşa yürüttüğü bir profesyonel değişim programına katılma hakkı kazandığımı söylediğimde okulun koridorunda bana sarılıp nasıl içten tebrik ettiğini de hala yüzümde tebessümle hatırlarım. Türkiye’nin hiyerarşik ve katı akademik ortamında otoriter çizgisinden çıkmayan, ama eğitimci kimliğini (daha da önemlisi insanlığını) korumayı başarmış biridir kendisi.
Yazarlarını tanıdığım kitapları okurken açıkçası biraz daha dikkatli irdelerim satırları ve satır aralarını. Bu kitabı okurken de sadece satır altlarını çizmekle kalmadım, üzerine çok düşündüm. Çünkü her ne kadar genel çerçevesiyle hedefine ulaştığını düşündüğüm bir kitap olsa da, Beyin Temelli Öğrenme ve Biyolojik Yaklaşım doğrultusundaki söylemleri kendi içimde eleştirmeden geçemedim. Eleştirdiğim kısımlara geçmeden önce beğendiğim noktaları vurgulamanın yerinde olacağını düşünüyorum.
Hedef kitlesi olarak velileri seçmiş bir kitap bu. Yani bu kitabı eğitimciler veya psikologlar okursa pratik anlamda profesyonel hayatlarına katabilecekleri fazla bir yenilik sunmuyor. Ancak velilerin farkındalık kazanmalarını hedeflemiş hocam ve böylece kitabın üzerine çok önemli bir sorumluluk yüklemiş. Farklı çocukların profilini sunarken (ki kitapta farklı çocuk, öğrenme güçlüğü olan çocuk olarak tanımlanıyor), kendi hayatından kısa alıntılar yaparak kendisinin de bir eğitimci olduğu halde bir veli olarak geçmişti nasıl zor durumlarla karşılaştığını anlatarak benzer durumlardaki velilerin bir nebze de olsa kendisiyle özdeşleşmelerini sağlamayı amaçlamış. Kitabın anlatım dili çok sade, okunması çok kolay ve akıcı. Dolayısıyla veliler teknik terimler arasında kaybolmadan çok rahatlıkla anlatılmak istenileni kavrayabilirler. Farklı çocuklarla ilgili sorunların mevcut eğitim sisteminin uygulayıcısı olan okul sistemi içersinde başladığını ve maalesef okul sistemine bireysel olarak müdahale edilemediği için farklı öğrenen çocukların başarısız olmasının kaçınılmaz olduğunu dile getirerek bence Türkiye’nin en büyük sorunlarından birini şu satırlarıyla gözler önüne seriyor: “… onları sisteme uydurma çabamız, binlerce farklı ve özel çocuğun çok büyük zarar görmesine ve kaybolup gitmesine neden oluyor.” Kitabın konusunun ne olduğunu da şu alıntıdan anlayabiliriz: “Aslında kitabın konusu, var olan eğitim sistemine uyum gösteremeyen çocuklardır. Ancak bir veli olarak eğitim sistemini değiştirmeniz mümkün olmadığı için, çocuğunuza var olan koşullar altında nasıl yardım edebileceğiniz hususunda sizlere bilgi vermeye çalışacağım.” Kitapta en sevdiğim satırlar ise yine hocamın bir anısını anlattıktan sonra aktardığı kıssadan hisse kısmından: “-Öğretmenlere sorununuzu anlatmanız son derece güçtür. Eğitim profesörü olsanız bile size inanmazlar.” Öğretmenlerin inanmadıklarını düşünmüyorum ancak özellikle idealistliği ölmüş, mesleki tükenmişlik belirtileri gösteren öğretmenlerin ne kadar az sorumluluk o kadar az sorun felsefesiyle çalıştıklarını düşündüğümü ifade edebilirim.
Kitabın içeriği üzerine eleştirel düşüncemi tetikleyen birkaç satır ise şöyle: “Sonuçta, adı ister öğrenme güçlüğü, isterse öğrenme tarzı farkı olsun, gerçek olan çocukların bu özelliklerinin doğuştan gelmesi ve kolay kolay değişmemesidir.” Çocukların doğuştan gelen kalıtsal eğilimlerinin olduğu birçok bilim adamı tarafından savunulsa da, öğrenme ile ilgili stratejilerin öğrenme güçlüğü olan çocuklara öğretilmesi sonucunda bu doğuştan geldiği söylenilen ve çocuklarda öğrenme güçlüğüne sebep olduğu düşünülen özelliklerin etkilerini kaybettiklerini gözlemleyebiliriz. Sonuç olarak bence çocuğa bir şeyi nasıl öğreneceğini değil, öğrenmeyi nasıl öğrenebileceğini içselleştirmesinde destek olmalıyız. “Çocuğumuz niçin okulda öğrenemiyor?” başlığı altında aktarılanlar tamamen beyin temelli öğrenme yaklaşımı paralelinde. Bununla beraber, çocuğun öğrenememe sebeplerini farklı kuramlar farklı şekilde açıklayabilir. Bu yüzden bu bölümde anlatılanlar mutlak bir gerçekliği değil, yaklaşımlardan birinin savunduğu doğruluğu içermektedir. Ayrıca “Öğrenme Sürecindeki Olası Diğer Güçlükler” başlığı altında birkaç klinik tanının belirtilerinin sıralanması ki bence bu özellikle velilere hitap eden bir kitap olmasından dolayı, çocukların etiketlenmesinin önünü açan bir yaklaşım olmuş. Çocuklara psikolojik tanı koyma sürecinin uzun değerlendirmeler sonucunda gerçekleştiğini ve her çocuğun özel bir vaka olduğunu hatırlatmada fayda görüyorum. Bu kitabın amacı farklı çocukları tanılamak olmadığı için de bu bölümün kitabın amacına hizmet etmeyen bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Genel topluma hitap eden kitaplarda da bu gibi psikolojik belirtileri aktarmaya meyilli yaklaşımı olan yazarların reçete gibi madde madde belirtileri sıralamanın doğurabileceği riskleri de özellikle göz önünde bulundurmalarını tavsiye ediyorum. Kitabın sondan önceki bölümü olan “Alternatif Öğrenme Yolları”nda ise yaşayarak öğrenme gibi çok güzel bir stratejiye yer verilmiş olsa da genelde maddi kaynaklar gerektiren yollara yer verilmiş (mesela özel öğretmen tutma, televizyon-dvd, bilgisayar-internet gibi). Oysa ki okullardaki öğretmenlerin de desteği alınarak okul içinde işbirlikçi öğrenme, akran öğretmenliği (peer-tutoring) gibi çocukların sosyal çevreleri içinde etkileşimini arttıracak, aktif öğrenmeyi tetikleyecek stratejileri de göz önünde bulundurmanın faydalı olacağına inanıyorum. Ayrıca öğrenme güçlüğü olan çocukların öğrenmesini engelleyen bariyerler tutumsal, çevresel ve kurumsaldır. Sistemi değişmez demek öğrenilmiş çaresizliğin başlangıç noktasıdır. Konusunda sözü geçen profesyoneller, sistem içinde sorun yaşayan çocukların velileriyle iş birliği yaparak sistemi daha olumlu hale getirebilmek için işbirliği yapmalı ve organize bir şekilde eskimiş ve artık fonksiyonel olmayan eğitim sistemine yenilik önerileri getirmelidir.
Bu yazımı bitirirken şu noktayı vurgulamak istiyorum: Her öğrenme güçlüğü olan çocuk FARKLI çocuktur. Ancak her FARKLI çocuk öğrenme güçlüğü olan bir çocuk değildir. Farklılıklar bulundukları sosyal çevre içersinde değerlendirilmeli be bu çevre bağlamında anlam kazanmalıdır.